Vakit oldu ki bana inanıp arkamdan gelen yoldaşlarım on kişiden fazla değildi. Onlardan da yedisi atlı, üçü ise piyade idiler. Onlardan başka benim yanımda kimse kalmamıştı. Muhtereme eşim olan Emir Hüseyin’in kız kardeşini kendi atıma bindirmiştim. Böylece Harezm çöllerinde avare dolaştım. Günün birinde akşam zamanı, bir kuyunun başına gelip kondum. O günün gecesi piyade olan üç Horasanlı vefasızlık edip, atlarımızı alıp kaçtılar. Yedi kişi, dört atla kaldık. Durumum zorlaştı. Ama gönlüm rahat idi. Bu işi yanlış yapmışım diye hiç pişman olmadım. Sonra, bu kuyu başından göçtüm. O anda, Alibek Kurbani aniden tepeme dikildi.
Beni kendi iline götürüp pire dolu, karanlık bir hücreye hapsetti. Birkaç kişiyi başıma nöbetçi olarak dikmişti. Altmış iki gün beni esaret altında tuttu. Ondan kurtuluş çaresini arayıp kendi kendimle danıştım ve Tanrı’nın inayetiyle bahadırlığım uyandı. Güçlü ve hızlı bileklerimi kullanarak nöbetçilerden birinin elinden kılıcını çekip aldım ve onlara hamle kılmıştım ki, hepsi arkalarına bakmadan kaçtılar.
Kılıcım havada doğru Alibek’in üzerine gittim. Beni görünce aklı başından uçtu. Yaptıklarından pişmanlık duyup, benden özür diledi. Atlarımı, silah ve mühümmatımı getirip verdi ve bir yaşlı deve ile bir zayıf atı bana hediye etmiş oldu.
Tüzükat-ı Timur