Bal, arılar tarafından çiçeklerden ve meyve tomurcuklarından alınarak yutulan nektarın arıların bal midesi denilen organlarında invertaz enzimi sayesinde kimyasal değişime uğramasıyla oluşan ve kovandaki petek hücrelerine yerleştirilen çok faydalı bir besindir. Elbette ki arılar, insanlar bu şifalı besini yesinler diye değil, kışı kovanlarında geçirirken kendi beslenme ihtiyaçlarını karşılamak için yaparlar.
Arıların boru şeklinde uzun dilleri vardır. Bu dilleri sayesinde çiçeklerdeki nektarı toplar ve karınlarında taşırlar. Aynı zamanda arıların iki ayrı karnı bulunur. Bu karnın birinde nektar toplanır, diğeriyse normal karındır. Arılar karınlarında tam olarak 70 mg. kadar nektarı taşıyabilirler. Karınları tam olarak dolduğundaysa kendi kilolarının iki katına ulaşırlar. Karınlarını doldurabilmek için tam olarak 150-1500 arası çiçeğe konmaları gerekir. Bu nedenle gün boyunca bir çiçekten diğer çiçeğe konup yoğun bir tempoyla çalışırlar.
Bal arıları karınları dolduktan sonra kovanlarına dönerler ve işçi arılara bu nektarı aktarırlar. İşçi arılar, bal arılarının karnındaki nektarı ağızlarıyla emerler. Daha sonra işçi arılar emdikleri nektarı ağızlarında 30-40 dakika boyunca çiğnerler. Bu şekilde kolay sindirilmesi ve kovan içerisinde bakterilerden korunması sağlanır. Sonra da nektarı peteklere dağıtırlar. Sadece peteklere dağıtmaları yetmez. Dağıttıktan sonra kanatlarını yelpaze şeklinde kullanarak nektarı kuruturlar. Son olarak bal kıvama geldikten sonra peteklerin üzerini balmumuyla kapatırlar.
Arıların bal ürettikleri çiçek nektarının %80’i sudan oluşur. Buna bir örnek verecek olursak hanımeli çiçeğini gövdesinden kopardığınızda içerisinden damlayan sıvıları görmüş olmalısınız. İşte bu çiçek nektarıdır.
Balın rengi, şeker dengesi ve tadındaki farklılık tamamen toplanan nektarlardan kaynaklanır. Balın kokusunu, çiçeklerdeki aramolı volatin yağı verir ki bu aynı zamanda çiçeklerin kokularını sağlayan yağdır. Bal sıradışı bir etkiye maruz kalmadıkça asla bozulmaz. Zaman faktöründen etkilenmez.