Ana Sayfa Blog Sayfa 32

Küçük günahlar

0

Küçük günahlar sayıya gelmeyecek kadar çok olup ”net olarak şunlardan ibarettir” deme imkanımız yoktur. Bununla birlikte dini delillerle ve basiret nuruyla neyin bu kapsama girip neyin girmediğini bilebiliriz. Çünkü dinin temel amacı, insanların günahları terk etmek suretiyle, Allah’ın rızasını kazanıp O’na yaklaşabilmek için birbiriyle yarışmasıdır.

Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:

”Ey müminler! Günahın açığını da terk edin, gizlisini de.” (Enam 120)

Küçük günahlara birkaç örnek vermek gerekirse şunları sayabiliriz; karşı cinslerin birbirini beğenip bakması, öpmesi ve ilişkiye girmeksizin yan yana uzanması bunlardandır. Müslüman kardeşine iftira atmadan ve onu dövmeden sadece kötü söz söylemek, birbirini çekiştirmek, laf taşımak, yalan söylemek ve daha pek çok davranış sayılabilir.

Kişi, işlediği büyük günahlardan tövbe edince küçük günahlar da tövbenin kapsamına girer.

Çünkü Allah (c.c) şöyle buyurmuştur:

Eğer siz yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, biz de küçük günahlarınızı, diğer bütün hata ve kusurlarınızı görmezden gelip affeder ve sizi ahirette çok güzel bir meskene yerleştiririz. (Nisa 31)

Ama yine de kişi küçük günahlarının bağışlandığından emin olmamalı ve küçük ya da büyük bütün günahlarından tövbe etmeye çalışmalıdır.

Enes b. Malik’in şöyle dediği nakledilmiştir:

”Allah Rasulu ashabıyla birlikte, görünürde odun bulunmayan bir düzlükte konakladı ve ashabına odun toplamalarını emretti. Ey Allah’ın elçisi! Biz odun falan göremiyoruz” dediler. Hz Peygamber ”Topladığınız hiçbir şeyi küçümsemeyin” buyurdu. Bunun üzerine herkes iri ufak demeden ne bulduysa toplamaya başladı ve nihayet epeyce odun topladılar. Hz Peygamber ashabına buyurdu: ”Görüyorsunuz değil mi? Dişe dokunmaz sanılan iyilik ve kötülükler de işte böyledir. Küçük günahlar;  büyük günahlar, iyilikler ve kötülükler bu şekilde bir araya gelerek koskocaman olur.”

Nitekim Hz Peygamber şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

”Mümin, günahlarını, her an üstüne düştü düşecek olan bir dağ gibi görür. Münafık ise günahını, burnundan kovaladığı bir sinek gibi görür.”

Yine sahabeden biri, ikinci kuşak müslümanlarından öğrencilerine şöyle demiştir:

”Siz, önemsemediğiniz öyle şeyler yapıyorsunuz ki biz onları, Hz Peygamber döneminde insanı helake düşüren şeylerden sayardık.

Kuran ve Hadis Sohbetleri – Abdulkadir Geylani – Sayfa 70

Büyük günahlar kaç tanedir? – Büyük günahların neler olduğu konusunda alimler görüş ayrılığına düşmüş olup ”üç”, dört, ”yedi”, ”dokuz” veya ”on bir” kadar olduğunu söyleyenler olmuştur. İbn Abbas’a (r.a), Abdullah b. Ömer’in (r.a) ”Büyük günahlar yedi tanedir” dediği iletilince,

0

Büyük günahların neler olduğu konusunda alimler görüş ayrılığına düşmüş olup ”üç”, dört, ”yedi”, ”dokuz” veya ”on bir” kadar olduğunu söyleyenler olmuştur.

İbn Abbas’a (r.a), Abdullah b. Ömer’in (r.a) ”Büyük günahlar yedi tanedir” dediği iletilince, ”Olur mu hiç öyle şey! Büyük günahlar yetmişe yediden daha yakıındır” diyerek tepki göstermiştir.

Yine İbn Abbas şöyle derdi:

”Allah’ın yasakladığı her şey büyük günahtır.”

Bir başkası ise şöyle demiştir:

”İnsanlar hep arayış içinde olsunlar diye kadir gecesi ve cuma günündeki duanın makbul olduğu zaman dilimi bildirilmediği gibi büyük günahların sayısı da tam olarak bildirilmemiş ve bununla insanların günahlardan kaçmak konusunda daha titiz davranmaları amaçlanmıştır.”

Bir diğer görüşe göre Allah’ın cehennem ile tehdit ettiği bütün eylemler büyük günahtır.

Bir diğerine göre dünyada had cezasını gerektiren eylemler büyük günahtır.

Bazı alimler büyük günahları gruplandırarak şöyle demiştir:

Büyük günahlar, on yedi kadardır:

Bunlardan dördü kalbe aittir:

1-) Allah’a ortak koşmak

2-) Bir günahta ısrar etmek

3-) Allah’ın rahmetinden ümit kesmek

4-) Kendini, Allah’ın kıskıvrak yakalamayacağından güvende bilmek

Dördü dile aittir:

5-) Yalancı şahitlik

6-) Namuslu birine zina iftirasında bulunmak,

7-) Yalan yemin -yani bir yanlışın doğru olduğuna veya bir doğrunun yanlış olduğuna yemin etmek veya yeminiyle bir misvak çöpü dahi olsa bir müslümanın malının elinden alınmasına yol açmak

8- ) Büyücülük

Üçü mideye aittir

9-) Şarap ve diğer içkileri içmek

10-) Yetim malı yemek

11-) Bile bile faiz yemek

İkisi tenasül uzvuna aittir

12-) Zina 

13-) Livata (ters ilişki)

İkisi ele aittir:

14-) Adam öldürmek

15-) Hırsızlık etmek

Birisi ayağa aittir

16-) Savaştan kaçmak

Sonuncusu ise bütün bedene aittir.

17-) Anne babaya isyan etmek

Kuran ve Hadisler Sohbetleri – Abdulkadir Geylani – Sayfa 68

Fatih Sultan Mehmet

0

Babası 2. Murad’ın ölümünden 13 gün sonra Manisa’dan Edirne’ye gelen 2. Mehmet 1451 yılında 19 yaşında iken padişah oldu. Padişahlığı 1451-1481 yılları arasında 30 yıl sürdü. Osmanlı tarihinde cülüs (tahta çıkış) bahşişini ilk veren padişah oldu. Yine Osmanlı topraklarına saldıran Karamanoğlu İbrahim Bey için İshak Paşa’yı Karaman Seferi’ne yolladı. Yine barış yapıldı. Bu seferden dönerken Boğaziçi’ni geçerek Edirne’ye gitti. 1452 yılında 4 ay gibi kısa bir zamanda Rumeli Hisarı’nı yaptırdı.

2.Mehmet savaş meclisini Edirne’de toplayarak İstanbul’un alınmasına karar verdi. Macar Urban’a toplar döktürdü. 1 Şubat 1453 tarihinde de 150 bin piyade ve süvari, 130 topluk 14 batarya ve 10 bin ikmal arabası halinde Edirne’den hareket etti. Ceneviz ve Venediklilerden yardım gören Bizanslılar 80 bin halk, 20 binden fazla asker ve 25 gemi ile surlarla çevrili İstanbul’un savunmasına geçtiler. Kuvvetli surlar, Haliç’in ağzına gerilen zincir (parçası askeri müzede) ve kimyasal bileşimi anlaşılmayan Rum ateşi Türklere ağır kayıp verdirdi. Osmanlı ordusu İstanbul surları önünde Topkapı-Yedikule arasında mevzilendi. İshak Paşa, Mahmud Paşa, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa, Dayı Karaca Paşa ile 67 gemilik donanmanın başında Baltaoğlu Süleyman gibi komutanlar da görev aldılar. Akşemseddin, Molla Gürani ve Sinan gibi şeyhlerin konuşmaları da ordunun moralini artırdı. 6 Nisan 1453 tarihinde savaş verilen taarruz emri ile başladı. İstanbul kuşatması 54 gün sürdü. Baltaoğlu Süleyman donanması ile Bizans’a yardım getiren 5 gemi ile rüzgar yüzünden başa çıkamayınca Hamza Bey donanmanın başına getirildi. Donanma yağlı kazıklar üzerinde Tophane’den 1,5 km. kaydırılarak Kasımpaşa’da Haliç’e indirildi. 29 Mayıs 1453 salı günü sabah olurken Türk ordusu İstanbul’a girdi. 2. Mehmet te Eğri kapıdan beyaz atı ile Ayasofya’ya gelip namaz kılarak zaferi için duada bulundu ve hutbesini okuttu. Ayakkabılarından anlaşılan son Bizans İmparatoru 11. Constantinos ‘un cesedi 2.Mehmet’in emri ile tören yapılarak gömüldü. Fatih kendisini Ortodoks dininin koruyucusu ve Roma İmparatoru (Kaysarı Rum) olarak ilan ettti. Bu savaşta Osmanlılar 15 bin şehit, Bizanslılar 4 bin ölü verdiler. Böylelikle 1058 yıllık Bizans İmparatorluğu yıkıldı. 1453 yılı da Ortaçağın sonu, Yeniçağın başı sayıldı. Osmanlı İmparatorluğu aynı zamanda bu tarihte yükselme devrini başlattı. Bu başarı İslam dünyasında sevinç, Hristiyan dünyasında üzüntü yarattı. Bizans halkına insancıl davrandı. Yeniden patrik seçti. Şehrin imarına geçti. İlk Belediye başkanı kadı Hızır Reis ve ilk valisi Subaşı Karıştıran Süleyman Paşa oldu. Ayasofya gibi büyük kiliseler camiye çevrildi. Fatih Eyüp Sultan, Fatih camilerini, Çinili köşkü, Yedikule’yi, Topkapı Sarayı, Mahmut Paşa’da Kapalıçarşı ve Mahmud Paşa camisini yaptırdı.

1454, 1455 ve 1456 yıllarında Sırbıstan’a üç sefer yaptı. 1458-1459 yıllarında Mora’ya iki sefer yaparak Avrupa’daki toprakları genişletti. 1461 yılında Amasra ve Sinop’u, Trabzon’u ele geçirdi. Böylelikle İsfendiyaroğulları ve Trabzon Rum İmparatorluğu’nu ortadan kaldırdı. 1462 yılında Midilli adası alındı. Birçok kişiyi kazığa vurdukları için aynı yıl Eflak voyvodalığı Osmanlı topraklarına katıldı.1463 yılında Bosna-Hersek alındı. Venediklilerle 1463-1479 yılları arasında 16 yıl süren savaşlar yapıldı. 1465 yılında yapılan ilk Arnavutluk Seferi’nden bir sonuç alınamadı. Karam seferi 1466 yılında yapıldı. Şehzade Mustafa, Karaman valisi oldu. 1467 yılındaki ikinci Arnavutluk seferinde ülkenin ele geçirilmesi kolaylaştı. 17 gün süren kuşatma sonunda 1470 yılında Mahmut Paşa komutasındaki 200 gemilik Osmanlı donanması ile Teselya’ya gelen Fatih komutasındaki kara ordusu tarafından Ağrıbaz Adası Venediklilerin elinden alındı. 1472 yılında Karakoyunlular Karamanoğullarına yardıma gelerek Şehzade Mustafa komutasındaki Osmanlı ordusuna Konya’da saldırdılar. Fakat yenilerek perişan oldular.

11 Ağustos 1473 tarihinde Fatih komutasındaki 100 bin kişilik Osmanlı ordusu ile Uzun Hasan komutasındaki 70 bin kişilik Akkoyunlu ordusu arasında Otlukbeli savaşı yapıldı. İki Türk ordusu arasında sekiz saat devam eden bu çarpışma sonunda Akkoyunlular yenildi. Uzun Hasan savaş meydanından kaçtı. Akkoyunlular 10 bin ölü ve 5 bin esir verdiler. Osmanlıların kaybı ise 5 bin şehit oldu. Gedik Ahmet Paşa komutasındaki 300 gemilik Osmanlı donanması 1475 yılında Kırım topraklarını ele geçirdi. Fatih komutasındaki Osmanlı ordusu 1476 yılında Boğdan Seferi’ne çıktı. 1477 yılında akıncıların Erdel’e yaptıkları akınlar başarız oldu. 1478 yılında Lepando Seferinden sonuç alınamdı. 1479 yılında 3. Arnavutluk seferi ile İşkodra ele geçirildi ve Arnavutluk Osmanlılara katıldı. Osmanlı- Venedik savaşı da 16 yıl sürerek 1479 yılında sona erdi.

1479 yılında Osmanlı donanması Rodos Seferi’nde 9 bin şehit, 15 bin yaralı verdiği halde sonuç alamadı. Gedik Ahmet Paşa 1480 yılında İtalya Seferinde Otranto’yu ele geçirdi. Karaya Osmanlı askerleri çıkarken halkın çıkardığı Anneciğim Türkler çığlığı bugün bile İtalyanlar arasında bir espi olarak kullanılmaktadır. Otranto 13 ay Osmanlıların elinde kaldı. Fatih 1481 yılında kimsenin öğrenemediği bir sefere çıktı. 1481 tarihinde 49 yaşında iken nikris hastalığından vefat etti. Türk olmayan doktoru tarafından zehirletildiği de söylenir. İki İmparatorluk onbeş devleti 200 şehri Osmanlı topraklarına kattı. Ölüm haberi Hristiyan aleminin kiliselerinde Allah’a şükür duaları yapılmsına neden oldu. Cenazesi Fatih Camiisi bahçesindeki türbesine gömüldü.

M.Orhan Bayrak – Türk İmparatorluları Tarihi

Yavuz Sultan Selim’in türbesinde yazan ayetler

0

”Yeryüzünde herkes fanidir” ve ”Her nefis ölümü tadacaktır”

M.Orhan Bayrak – Türk İmparatorluklar Tarihi – Sayfa 480

Alparslan’ın mezar taşında yazan yazı

0

”Alparslan’ın göklere yükselen büyüklüğünü görenler, bakınız! Şimdi o, şu kara toprağın altında yatıyor,”

M.Orhan Bayrak- Türk İmparatorlukları Tarihi – Sayfa 219

Sultan Alparslan’ın Malazgirt savaşından önce camiilerde okunan dua

0

”Allah’ım! İslam’ın sancaklarını yükselt ve hayatını sana kulluk için esirgemeyen mücahitlerini yanlız bırakma. Alparslan’ı düşmanlarına muzaffer kıl ve askerlerini meleklerinle kuvvetlendir. Zira o senin rızanı kazanmak için varını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. Senin yolunda ve dinin üstünlüğü için nasıl cihad ediyorsa, sen de onu öylece koru, düşmanlarını kahret.”

M.Orhan Bayrak – Türk İmparatorlukları Tarihi – Sayfa 216

Mevlana’nın vasiyeti – Size, gizlide ve açıkta

0

”Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya tahammüllü olmayı, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanların en hayırlısı, insanlara yararı olandır. Sözün en hayırlısı, az ve anlaşılır olandır.”

Kaynak: Mesnevi

Sofra kurulmuş, herkes oturmuş. Yemeğe başlarken cemaat ”Bismillah” dedikleri halde, ihtiyar buna katılmayıp bir şey söylemeyince Hazret-i İbrahim:

0

Bir hafta kadar Hazret-i İbrahim’in misafirhanesine hiçbir misafir gelmemiş. Oysa o mübarek peygamber, belki muhtaç bir misafir gelir diye bekler, daima yemeğin vaktini geçirirmiş. Nihayet Hazret-i İbrahim misafir gelmediğini görünce, misafir aramak üzere dere, tepe demeden yollara düşmüş.

Sonunda kırda saçı sakalı kar gibi ağarmış, söğüt ağacı gibi bir ihtiyar görmüş. Ona iltifat ederek, kerim insanların adeti üzere:

Merhaba gözümün bebeği! Tenezzül buyurun da yemeği bizde yiyelim, diye teklifte bulunmuş.

İhtiyar, Hazret-i İbrahim’in ahlakını bildiği için teklifi kabul ederek birlikte yürümeye başlamışlar.

Hazret-i İbrahim’in misafirhanesindeki adamları o gösterişsiz ihtiyarı izzet ve saygı ile karşılamışlar.

Sofra kurulmuş, herkes oturmuş. Yemeğe başlarken cemaat ”Bismillah” dedikleri halde, ihtiyar buna katılmayıp bir şey söylemeyince Hazret-i İbrahim:

Ey çok yaşamış adam! İhtiyarlar dini hususlarda titiz ve hararetli olurlar. Sende bu halin zerresini görmüyorum. Neden besmeleye iştirak etmedin? Yemeğe başlarken Allah’ı anmak, O’nun mübarek ve mukaddes adını zikretmek şart değil mi?

İhtiyar şu cevabı vermiş:

Bizim tarikatımızda böyle bir şey yok. Pirimden işitmedim… Ben ateşperestim. Başka türlü hareket edemem.

Bunun üzerine Hazret-i İbrahim onun Mecusi olduğunu anlayarak, bizim dinimize yabancı olan münkir ve murdarın temizler yanında yeri yoktur, diyerek yemeğe kendisinin davet ettiği ihtiyar misafiri kovmuş.

Derhal Cebrail, Cenab-ı Hakk tarafından gelerek Hazret-i İbrahim’e mehabetle şöyle hitap etmiş:

Ya İbrahim! Ben o ihtiyarı yüz senedir yaşatıyor ve rızkını veriyorum. Sense ondan nefret ettin ve bir lokma yemeği esirgedin. O ateşe tapıyorsa sana ne? Sen ondan kerem eline ne diye çektin?

Bu rivayetin devamı şöyledir: Hazret-i İbrahim bu ilahi hitap üzerine, ihtiyar mecusiyi bularak ondan özür diler. İhtiyar, niçin özür dilediğini sorar. İbrahim aleyisselam da durumu anlatır. Bunun üzerine ihtiyar, ” İbrahim’in Tanrısı meğer ne kadar yüce ve dini güzel dinmiş” diyerek hak dine girer.

Sadi Şirazi – Bostan

Lokman Hekim’e sormuşlar: ”Edeb ve terbiyeyi kimden öğrendiniz?”

0

Lokman Hekim’e sormuşlar: ”Edeb ve terbiyeyi kimden öğrendiniz?”

Şu karşılığı vermiş: ”Edebsizlerden, terbiyesizlerden. Çünkü onların bana hoş gelmeyen hareketlerini yapmaktan kaçındım.”

Akıllı bir insan, şaka ile söylenen sözden bile ders alır ve istifade eder, bir hisse kapar: Cahile ise hikmetli sözlerden yüz bab okusan kulağına girmez, ona vız gelir; masal zanneder.

Sadi Şirazi – Gülistan

Mevlana’nın aşk sözleri (Rubailer)

0

Ey yolcu aklını başına al, seferin nereye? Hangi diyara gitmek istiyorsun? Nereye gidersen git, sen bizim gönlümüzdesin… Denizden uzak düşmüş bir balık gibi, o denizin gamını ne kadar çekeceksin? Kupkuru kalmış dudakların ne zamana kadar denize hasret ve ayrılıktan şikayet incilerini aleme saçacak?

Ey sevgili, geceleri, gökyüzünde dolaşan ”ay” senin çevreni bulamamıştır. Geceleri seni bulmak için uğraşana, dönüp dolaşana senin ayından armağanlar gelir. Her ne kadar şafağın çevresi al yanak ise, bu onun tabii renginden değil senin sapsarı güzelliğinden mahcup oluşundan, utanışındandır.

Aşıklık mezhebinde reva mıdır, alemi seninle görelim de seni görmeyelim.

Ben zerreyim, sen benim güneşimsin; ben gam hastasıyım, sen, tam benim ilacımsın! Kolsuz, kanatsız arkanda uçar dururum, sanki, ben saman çöpü olmuşum, sen de benim kehribarımsın.

Sevgilim, senin gönlün, inci ve mercan denizidir. Sen, incileri, mercanları dağıtmaya, saçmaya bak. Az harcayan nekeslere, hak yolu kapalıdır. Ten, sedef gibi ağzını açmış da ah ederek diyor ki: – Canın bile yol bulamadığı bir yere ben nasıl sığarım?

Senin canında bir can vardır, sen o canı ara. Senin teninin dağında çok kıymetli bir inci bulunmaktadır. Sen o incinin madenini ara. Ey Hak yolunda yürüyüp giden Sofi! Eğer arayabiliyorsan, onu, kendinde ara, kendinden dışarıda arama.

O meftunun, o tutkun aşığın gözlerini, sevgilisinin gözünde gör, seyret. O kudretinde son olmayan, o yaratma gücüne akıl ermeyen, nasıl yarattığı anlaşılmayan Allah’ın halk ettiği güzelliklerde, gösterdiği nükteyi, manayı, inceliği iyice duy anla sonra da, o nergis gözlerin içtiği kanların hepsinin de benim gözlerimden aktığını seyret, gör.

Ben, güzel huylu sevgilimi denedim; o büyük bir ırmak gibidir, bulanık sel suları, onu asla bulandırmaz. Ben, bir gün bile onun kaşlarını çatık görmedim. Onu tıpkı ölümsüz, fani olmayan hayata benzetirim.

Ey iman incisini bir ekmek karşılığı veren, Ey gönül madenini bir arpaya feda eden; Nemrut, gönlünü Hakk’ın dostu İbrahim’e teslim etmedi de sonunda canını bir sivrisineğe verdi.

Bizim bineğimiz aşk yükleriyle, yokluk diyarından yola çıktı… Gece idi, fakat gecemiz karanlık değildi, vuslat şarabıyla aydınlanıyordu. Mezhebimizde haram olmayan aşk şarabından, dudaklarımızı, yokluk sabahına kadar asla kurumuş bulmayacaksın.

Peygamberimizin yolu, izi aşktır. Biz, aşk çocuklarıyız. Aşk bizim anamızdır

Eğer ben ölürsem, beni ölü olarak alın, götürün sevgilime teslim edin. Sevgilim, eğer benim pörsümüş, çürümüş dudağımı öpse de, ben o anda dirilirsem şaşırmayın.

Sevgilim! Ne vakte kadar bize, uzaktan seyirci olacaksın? Biz, çare bulucuyuz. Aşk bizim, çaresiz bir zavallımızdır. Can kimdir? Beşikte yatan aciz bir çocuğumuz. Gönül kimdir? Bir garip, avare konuğumuz.

Seni, kimseye muhtaç olmadan tek başına yaratan o eşsiz varlık, seni sevda içinde tek başına bırakmaz… -Kendi içine kapanıp hayaller, düşünceler meydana getirdiğin evde, yani senin gönül evinde, seni yanlız bırakmamak için, sana yüzlerce güzel yüzlü eş,dost belirir.

Ey zülüflerinin dağınıklığı yüzünden gönüllere perişanlıklar düşüren güzel! Ve yakut dudakları şekerler saçan sevgili!Bana: ”Bizden ayrılırsan pişman olursun” dedin.

Aşkında bu şeker çiğnemeler, bu tatlılıklar varken, her gün safra mizaçlıları dinle. Sevgilim! İşin gücün, bütün gece şarap içmek, hie ve kurnazlık etmek, sana hayran olanları birbirine düşürmek, düşmanlığı artırıp durmak.

Ey güneş gibi tek olan sevgili, gel. Senin güzel yüzün olmadıkça, bağ da, yapraklar da sapsarıdır. Gel, sevgilim gel! Dünya sensiz topraktır. Şu meclis, şu neşe ve zevk alemi, sensiz tatsızdır,soğuktur.

Gel sevgilim, senin güzel yüzünün nuru, gizlenecek bir nur değildir. Senin güzelliğin, erlik suyundan meydana gelmiş bir güzellik değildir… Gel, sevgilim, kendini öfke perdesi içinde gizleme gel, gel ki senin güzelliğin gizlenecek güzellik değildir.

Sevgili, hiç kimselerden yokken, sarhoş olarak benim odama geldi. Onun nergis gibi çok güzel olan gözleri mahmurdu. Onun dudağını öpmek için yerimden fırladım, kalktım. O benim kalktığımı görünce: Burada yağmacı var, yağmacı var diye feryada başladı.

Gönül senin sevdandan rebaba döndü, rebaba. Gönül rebabının her parçası, ateşinle yandı, kavruldu… Sevgili, eğer bizim derdimizden ötürü susup duruyorsa, bu susuşta yüzlerce cevap var, yüzlerce cevap.

Sen öyle güzel, öyle eşsiz bir varlıksın ki, gökler bile seninle neşelenir. Hal böyle iken, bir insan, sana aşık olursa, buna şaşılır mı? Bu sebeple, sen, beni istesen de, istemesen de ben yaşadığım müddetçe sana, kul köle olacağım.

Sevgilim, sen benim Yusuf’umsun, ben ise senin hasretinle gözlerini kaybeden Yakub’unum. Sen benim sağlığımsın: ben ise senin derdini çeken Eyyub’unum. Ben neyim? Senin yanında kim olabilirim? Sen herkesin sevgilisisin. Sen oynar durursun, bense sadece durmadan el çırpmadayım.

Dostların hatırı için bu gece uyuma. Gecenin kulağını tur, uyuma. ”Fitnenin uyuması daha iyidir” derler. Sen de bir fitnesin, fakat senin gibi güzel bir fitnenin uyanıklılığı daha iyidir. Bu sebeble acele etme, uyuma.

Ey yar, senin gibi bir sevgili yoktur. Senin benzerin bulunmaz. He iş seninle yoluna girer. Sen uyuma bu gece, senin güzel, nurlu yüzünden ışık parlayacak, etrafı aydınlatacaktır. Zaten sen, bizim içimizdesin, sakın, sakın uyuma.

Ey sevgili yine bize yakınlık göster, dostluk et, bize yar ol, bizi sensiz bırakma uyuma! Ey mest bülbül, gül bahçesinde uyuma. Garip olan, kimsesiz bulunan dostları düşün, onları gözet, koru, uyuma. Bu gece lütuf gecesi, bağış gecesi ihsan gecesidir, sakın uyuma.

Ey güzel yüzüne, bütün dünya güzellerinin hasret oldukları güzel varlık! Ey iki hoş kaşının bütün zahitlere kıble olduğu güzel. Ben bütün beşeri sıfatlarımı üstümden attım, soyundum, senin o güzellik ırmağına çıplak olarak dalmak istiyorum.

Senin güzelliğinin büyüsü, bütün dünyayı kapladı. Herkes o, güzelliğe hayran oldu, kapılıp kaldı.

Her tarafı keder, üzüntü kaplasa, bütün insanlar kederli olsalar, aşka sıkıca tutunan kişi, kedersizdir. Zerreye bak o zerre aşka ayak bastı da, öyle bir hale geldi ki, o zerre bir cihan oldu, iki cihanı da tuttu.

Sevgilim, senin mahmur gözlerinin badesinden içerek, sarhoş olmadan, hiç kimse, olta gibi olan saçlarının halkasına el uzatamadı. Düşmanlarım gece-gündüz beni kınıyorlar ve diyorlar ki: ”Sen sarhoş oldun, yürüyemedin de sevgilin elinden tutmadı.”

Bir kimsenin gönlünde bir gamı olup da, onu sevdiğine açabiliyorsa, açsın, söylesin çünkü, gönülde bulunan gam, söz ile gidebilir. Fakat gönlümüzde açılan şu garip, şu güzel gülü bir düşün, onun rengini gösterebiliyoruz, ne de gizli kokusunu duyurabiliyoruz.

Derdinden gönlüm, hasta, yaralı, ağlayıp, inlemedeyim, perişan bir haldeyim, güçsüzüm, dermansızım. Senin derdinden gözlerimden kanlı yaşlar akıyor. Senin için duyduğum kederden can vermek üzereyim. Fakat senin derdinden ayrılacağım diye daha çok dertleniyorum.

İnsanı büyüleyen o mahmur nerkis gözlerinden mest olmuşum. Sevgilim, senin mahallene gelince, beni neden kovuyorsun? Sadece dudaklarımı ıslatmakla sana doyamıyorum, en iyisi vuslatının ırmağına at.

Göz, ayrılınızdan ötürü çokca gözyaşları döküyor gönül, hasretlerle, çok çok sizi anmaktadır. Geçip giden zaman, döner mi? Yazık!… Zaman, hiç geri gelir mi? Yazık!

Gökyüzünde, arşta, yüzünün sevdasından velveleler var. Gönülde, yanaklarının güzelliğinden söz edenlerin gürültüleri duyuluyor. Şarabında can köpüğünün kabarcıkları görülüyor. Gönlün boynunda ise, sevgilinin saçlarından zincirler var.

Ben öyle bir içkiden içtim ki, ruh onun kadehidir. Öyle bir güzelden mest oldum ki, akıl onun delisi, divanesidir. Yüzünden nurlar saçılan bir güzel, yanıma geldi, içime öyle bir ateş düşürdü ki, güneş onun pervanesidir.

Gönlün daralmıştır, çok kederliyim. Hakk’a şükürler olsun ki güzel yüzün imdadıma yetişiyor, bana ferahlık veriyor.  Yanaklarının hoş rengi olmazsa, bu yaşayışım bana bir zindan hayatı olur. Ayrılığının getirdiği kederden içime düşen ateşi, canımın çektiği üzüntüyü, hiç bir gönül, bir beden çekmesin, yazıktır.

Sevgili, kararsızdır, şarab içer, kan döker, suhdur, cilveli’dir, ferman dinlemez o, tapınılacak kadar güzel yarin saçlarının ucunda, küfür, küfrür değil imandır. Yüzyıllar geçti de aşk derdinin dermanı bulunamadı gitti.

Aşkta içki, ancak ölümsüzlük şarabı içmektir. Aşkta yaşamağa, canlanmaya delil, ancak can vermektir. Sevgilime dedim ki: ”Seni tanıyayım ondan sonra öleyim.” Sevgilim: ”Beni tanıyana, ölüm yoktur.” diye cevap verdi.

Madem ki miracımız, huyumuz, aşk ile düzeliyor, o halde bizim hekimimiz de, ilacımız da aşktır. Bu aşk ile el ele vermedikçe, bu aşka bağlanmadıkça Hak yoluna düşüp gidilemez. Bu aşk, kimseden doğmadı, kendi de doğurmadı.

Vefasız gönül, gamlara batsın, yasa bürünsün, kimde vefa yoksa, o kişi dünyada yok olsun, yaşamasın daha iyi. Gördün ya, beni dünyada dertten başka kimse hatırlamıyor, bu vefasız dünyada benim en vefalı dostum kederdir. O derde çok çok aferin.

Senin aşkının derdine düştüğümden beri, çaresiz kalan zavallı gönlüm, çok ızdırap çekti, çok dertlere düştü, gönlüm aşkın derdine çok kere düşmüştü, fakat bu seferki gibi hiç inlememişti, hiç sızlanmamıştı.

Sevgilim, senin güzel yüzünün hayali, gözünün önüne gelince, uykum bana sırt çevirdi. Hayaline karşı, senden adalet istiyorum, insaf temenni ediyorum, yardım istiyor. Şimdi uykum geldi, eliyle senin eteklerine yapıştı. Fakat hayalin, tekrar gözümün önünde belirince uykum can verdi, öldü.

Ey salına salına yürüyen servi ağacı, sana sonbaharın rüzgarı dokunmasın. Ey cihanın gözü, sana kötü göz değmesin. Sevgilim, sen gökyüzünün de yeryüzünün de canısın, senin, güzel canına, rahatlıktan, esirgemeden başka bir şey gelmesin.

Sen mübarek ayağını yere basınca, yeryüzünün toprağı neşelenir, sevinç içinde kalır. Duyduğu sonsuz zevk ve neşeden ötürü toprak, gebe kalır; yüzlerce gül goncası doğurur. Bu hali gören yıldızlar da, gökyüzünde heyecana kapılırlar, alkış sesleri, sevinç çığlıkları ile gökkubbesini çınlatırlar, bu sevinç, bu alkış sesleri içinde ayın gözü bir yıldıza düşer.

Gam, nasıl olur da aşıkları tedirgin eder, gönülsüz bir hale getirir. Aşıkın gönlü, daima sevgilinin saçlarının zincirine bağlıdır. Aşıkın ruhunun derinliklerinde anlaşılması güç, karışık sesler çıkaran rebab inlemektedir.

Sevgili, güneş gibi parıldamaya başlayınca aşık, zerre gibi oynar, titrer. döner. Aşk baharının rüzgarı esince, her şey canlanır kuru olmayan her dal oynamağa başlar.

Dini vazifelerini yapmadan, iyi, yaralı bir insan olamdan Cenneti isteme. Hakk’a layık bir kul, onun lütfuna, ihsanına nail olmadan Süleyman mülkünü isteme. Mademki, işin sonunda ecel vardır, hiç bir müslümyönleri bellidir.anın kalbinin incinmesini isteme.

Kalk, günahkarlara, kurtuluş yolunu gösteren, kurtuluş kutbunun etrafında, Kabe’yi tavaf eden Arafat’a çıkan hacılar gibi dön, dolaş, onun çevresinden ayrılma. Ne diye, balçık gibi yere yapışıp kaldın? Hak yolunda yürüyen kişiler için, uğraşmak, mürşid bulmak için çalışmak, çabalamak gerek. Bilmez misin ki: Hareketler, sonunda bereketlerin anahtarını bozar.

Biz, aşkın aşığıyız. Çünkü aşk kurtuluştur. Can, Hızır gibidir, Aşk ise, bengi suya benzer. Aşk padişahından beratı olmayana yazıklar olsun! Hayvanın, aşkı besleye, ruha giden manevi tatlılıklardan, can şekerinden ne haberi olacak..?

Nuh’tan, bize miras kalmış bir kurtuluş gemisi vardır ki, o gemi hayat denizinde fırtınalara göğüs gererek dolaşır durur. Gönlümüzdeki hayaller, düşünceler, ümitler, neşeler, üzüntüntüler hep o hayat denizinin üzerindedir. Fakat, onların gönül gibi şekilleri vardır, ne de yönleri bellidir.

Sevgilim! Dudaklarının denizinde bağlı tuttuğun her sedefe, dudaklarının ayağına düşürdüğün her inciye ulaşmak için uğraşıyorum, fakat dil yolundan gelen, yolumu kesen eşkiyanın elinden canım ağzıma geldi. Sen eğer o güzelliklerine yol vermezsen bana da yazık, dudaklarına da yazık…

Her iki gözüm, o mahmur gözlerinden mest olmuştur. Şunu anla ki, senin aşkından, senin elinde, ben elden çıktım. Bari, bana uy da sen de başını salla, peki de. Başında aşk havası esiyorsa bu haller, sende de vardır.

O aşk, oraya doğru at sürüyordu. Haşmetinden çalımından, gönlüm onu tanıdı da, kendi kendine dedi ki: ”Suretten, şekilden kurtulduğum zaman ben aşk ile oyunlara girişeceğim, onunla sevişeceğim.”

Senin aşkın, bir otlağın çevresinde at koşturuyordu. Zavallı gönlüm onu gördü de, belirtisinden tanıdı. Gönlüm, varlık bağından kurtulduğu gün, ben yokluğun gizliliğinde, bilsen ne aşk oyunları oynayacağım.

Sevgilim! Ab-ı hayat senin yüzündeki terden bir damladır, geceleri gök yüzünde dolaşan nur saçan ay, senin yüzünün parıltısının bir eseridir. Ben; ”Bu gecede ay ışığı istiyorum” dedim, düşünmedim ki, o, gece senin siyah saçlarının karanlığı, Ay ışığı ise senin yanakların.

Rüzgar geldi, bahçede içki içenlerin başlarına güller saçtı. Sevgili geldi, dostların kadehlerine şarap doldurdu. O taze sünbül gibi kokan saçlar, güzel kokular satanların kazancına engel oldu. O mest nergis gözler, aklı başında olanların kanlarını döktü.

Sevgilim! Gönül seni anınca, şenlendi, neşelendi. Allah’a yemin ederim ki o neşeyi, zevki şaraptan almayı düşünmedi de elindeki kadehi içmeden, yere döktü. Gönül, sensiz, kendini cansız ölü bir beden gibi gördü. Zaten candan kaçanın layıkı da işte budur.

Dünyada sabırsız aşıktan daha biçare, daha zavallı kim vardır? Çünkü bu aşk, çaresiz bir derttir. Aşk kederinin ilacı ne cimriliktir, ne de iki yüzlülüktür. Gerçek aşkta, ne vefa vardır, ne de cefa.

Eğer gönlün ateşi yoksa, bu tüten duman nedir? Eğer, öd ağacı yanmıyorsa, bu buram buram öd ağacı kokusu nerden geliyor? Benim bu var oluşum meydanda iken, aşıkın yokluğu ne demektir. Mumun yanmasından pervane, neden hoşlanıyor.

Gerçek aşık, düşmanın korkutmasını duyunca, bineğini hızla Hakk’ın yönüne doğru sürer. Onun düşmanın tehdidi zannına kapılarak dosttan kesilmesine imkan yoktur. Evet, Aşık, bir hayal yüzünden hakikatten ayrılmaz.

Bütün bu kadehsiz şarablar kimindir? Biz, yakalanmış kuşlarız. Bizi tutan bu tuzak kimindir? Aşıklara her an saçılmak için hazırlanmış bu sayısız şeker, bu sayısız fıstık ve badem kimindir?

Senin gölgen, yerimiz, yurdumuz, evimiz, barkımızdır. Saçların, bizim deli, divane olmuş, gönlümüzün bağıdır, zinciridir. Hangi köşede yanan bir mum olsa onun etrafında uçuşan iki üç pervane vardır. Fakat hiçbiri, bize pervane kesilen mumumuza benzemez.

 

İyi insanlardan biri, bir din adamıyla bir padişahı rüyasında görmüş. Bakmış ki padişah Cennet’te, fakat dindar adam Cehennem’de. Merakını mucip olarak akıllı bir adama sormuş ve demiş ki:

0

İyi insanlardan biri, bir din adamıyla bir padişahı rüyasında görmüş. Bakmış ki padişah Cennet’te, fakat dindar adam Cehennem’de.

Merakını mucip olarak akıllı bir adama sormuş ve demiş ki: ”Bu ne hikmettir? Padişah Cennet mertebesine yükselmiş, fakat din adamı Cehennem derekesine düşmüş. Biz, aksini zannediyorduk.”

Akıllı zat şu cevabı vermiş:

”Padişah, dervişlere sevgi gösterdiğinden Cennetlik, dindar adam da padişahlara yakınlık gösterdiğinden Cehennemlik oldu.”

Yamalı hırka ve tespih ne işe yarar. Sen kendini fena işlerden koru… Kuzu derisinden adi külah giymekle insan derviş olamaz. Sen ahlakça derviş ol da istersen başına Tatar külahı giy.

Sadi Şirazi – Gülistan

Gülistan ”Gıybet yapmanın kötülüğü hakkında kıssa” – Çok iyi hatırlıyorum. çocukluğumda ibadete hevesli idim. Geceleri kalkar, ibadetle meşgul olurdum. Bir gece babamla beraber oturmuş, gözümü bütün gece hiç yummamış ve kırpmamıştım. Kuran-ı Kerim’i kucağımda tutuyordum, ev halkı uykuya dalmışlardı. Babama dedim ki:

0

Çok iyi hatırlıyorum. çocukluğumda ibadete hevesli idim. Geceleri kalkar, ibadetle meşgul olurdum. Bir gece babamla beraber oturmuş, gözümü bütün gece hiç yummamış ve kırpmamıştım. Kuran-ı Kerim’i kucağımda tutuyordum, ev halkı uykuya dalmışlardı. Babama dedim ki: ‘‘Ne olurdu bunlardan biri kalkıp da, Allah yolunda iki rekat namaz kılsaydı. Ölü gibi uyuyorlar.”

Babam şu cevabı verdi: ”Canım oğlum! Keşke sende uyusaydın da, onların gıybetini yapmasaydın.”

Kendini beğenmiş adam, gururu gözüne perde olduğundan kendisinden başkasını görmez. Eğer Hak Teala’yı görecek bir göze nail olaydı, kendinden daha aciz bir kimse göremezdi.

Sadi Şirazi – Gülistan

Gülistan ”Hırsızla arkadaşlık eden dervişlerin sonu” – Sabahtan akşama kadar bütün gün yol yürüdük. Gece olunca bir kale burcunun dibinde uyuduk. Derviş sandığımız hırsız, arkadan ibriğini alarak taharete gidiyorum, diye uzaklaştı. Meğerse

0

Birkaç seyyah birlikte seyahat ediyorlardı. Birbirleriyle hem safa, hem de cefa ortağı olmuşlardı. Onlarla arkadaşlık etmek istedim. Muvafakat etmediler.

Dedim ki: ”Aciz insanların arkadaşlığından yüz çevirmek ve onları istifaden mahrum etmek, dervişlerin güzel huy ve iyi ahlaklarından beklenmiyen bir haldir. Ben dostlar için şen bir arkadaş olacağım. Onlara bir yük teşkil etmeyeceğim ve gönül üzüntülerine sebeb olmayacağım. Kendimde bu kuvvet ve kudreti hissediyorum ki, böyle bir teklifte bulundum.”

Onlardan biri dedi ki: ”Sen bizim sözlerimize gücenme. Bugünlerde derviş kılığında birtakım hırsızlar türemiş. Bunlardan biri yanımıza geldi. Derviş suretinde idi, ama derviş siyretinde değildi. Bizimle arkadaş oldu.”

İnsanlar elbisenin içinde nasıl bir kimse bulunduğunu ne bilsinler? Mektubun içinde ne yazıldığını ancak yazan bilir.

Dervişler kendi hallerinde ve zararsız insanlar olduklarından şüphelenmeyip arkadaşlığa kabul ettik.

Maksat giyim kuşamda değildir. Allah için amel et de, ne giyersen giy. Başına taç koy ve omuzuna da bayrak al. Zahidlik, çul giymede değildir. Temiz, hakiki zahid ol da atlas elbise giy.

Sabahtan akşama kadar bütün gün yol yürüdük. Gece olunca bir kale burcunun dibinde uyuduk. Derviş sandığımız hırsız, arkadan ibriğini alarak taharete gidiyorum, diye uzaklaştı. Meğerse hırsızlık için gidiyormuş. İbriği alıp gittikten sonra gözden kayboldu. Gidip kalenin bir burcuna girmiş oradan bir mücevher kutusu çalmış. Gün ağarıncaya kadar da o kalbi kara herif bir hayli yol almış.

Biz ise günahsız ve habersiz uyuyorduk. Sabah olunca hırsızlık meydana çıktı. Kalede bulunanlar, hırsızlığı biz yaptık kanaatinde bulunarak hepimizi zindana attılar.

İşte o günden ve o hadiseden beri yanımıza arkadaş almamaya ve bir kenara çekilip kendi kendimize yaşamaya karar verdik. Çünkü selamet yanlızlıktadır.

Yolculardan bu hadiseyi öğrenip işittikten sonra, Tanrıma hamd ü senalar ettim, çünkü o dervişlerin sohbetlerinden mahrum kalmadım. Onlarla arkadaşlık edemedim. Ama bu hikayeyi öğrenmekle istifade ettim. Bu nasihat bütün ömür boyunca benim gibilerin işine yarar.

Sadi Şirazi – Gülistan

Bir abidin evine hırsız girdi. Hırsız, aradı çalacak bir şey bulamadı. Canı sıkıldı. Abid işi anladı; üstünde yattığı kilimi,

0

Bir abidin evine hırsız girdi. Hırsız, aradı çalacak bir şey bulamadı. Canı sıkıldı. Abid işi anladı; üstünde yattığı kilimi, hırsızın geçeceği yola bıraktı; eli boş dönmesin ve ümitlenmesin, diye.

İşittiğime göre, hak yoluna erenler düşmanlarını bile incitmemişlerdir. Sen bu makama erişemezsin, nasıl erişirsin ki, dostlarla bile mücadele ediyorsun.

Kalbi temiz olanların dostluğu, yüze karşı da, gıyabta da birdir. Arkadan çekiştirip de, yüz yüze gelince, kul köle olmazlar.

Sadi Şirazi – Gülistan

Abdulkadir Geylani Hazretlerini, Kabe’nin hareminde gördüm. Yüzünü çakıltaşları üzerine koymuş, muttasıl böyle diyordu:

0

Abdulkadir Geylani Hazretlerini, Kabe’nin hareminde gördüm. Yüzünü çakıltaşları üzerine koymuş, muttasıl böyle diyordu: ‘‘İlahi! Beni affet. Eğer azaba düçar olacaksam , kıyamet günü beni kör olarak dirilt, mezardan beni gözüm görmez olarak çıkar da, iyilerin karşısında mahcup olmayayım.” 

Sadi Şirazi – Gülistan

Büyük İskender’in: ”Doğu ve Batı ülkelerini nasıl fethettin? sorusuna cevabı:

0

Büyük İskender’e demişler ki: ”Doğu ve Batı ülkelerini nasıl fethettin? Senden önceki hükümdarların, seninkinden pek çok hazineleri, malları, askerleri olduğu halde, onlar böyle fütuhata nail olamadılar”

İskender şu cevabı vermiş:

”Allah’ın yardımıyla fethettiğim yerlerin ahalisini incitmedim ve geçmiş padişahların adlarını, ancak iyilikle andım.”

Büyüklerin adlarını yakışık almayan bir surette ananlara, büyük demezler.

Sadi Şirazi – Gülistan

Adil hükümdar Nuşirevan’ın adaleti – Derler ki, bir av yerinde Nuşirevan av kebabı yemek istemiş. Emri üzerine istediği yemeği hazırlamışlar, fakat tuz yokmuş. Tuz bulmak üzere bir uşağı köye göndermişler. Nuşirevan demiş ki:

0

Derler ki, bir av yerinde Nuşirevan av kebabı yemek istemiş. Emri üzerine istediği yemeği hazırlamışlar, fakat tuz yokmuş. Tuz bulmak üzere bir uşağı köye göndermişler. Nuşirevan demiş ki:

”Tuzu para ile al. Parasız almak adet olmasın; teamül yerine geçmesin ve köy bu yüzden harap olmasın.”

Demişler ki, ”Bir parça tuzdan ne çıkar? Bedava alınırsa ne zararı var.”

Nuşirevan şu cevabı vermiş:

”Zulmün esası dünyada ilk zamanlar azmış. Her gelen onu bir parça artırdı, bugün böyle müthiş bir hale geldi ve bu büyük dereceyi buldu.”

Eğer hükümdar tebaasından birinin bahçesinden bir tek elma yerse, uşakları ve adamları ağacı kökünden sökerler. Şayet bir padişah yarım yumurta almak suretiyle haksızlık yaparsa askerleri bin tavuğu şişe geçirip kebab ederler.

Sadi Şirazi – Gülistan

Bir gün Bağdad’da duası kabul olan bir derviş zuhur etti. Haccac-ı Zalim haber alarak onu yanına çağırdı ve dedi ki: ”Benim hakkımda hayırlı bir dua et.” Derviş: ”Ya Rabbi! Bu adamın canını al” diye dua etti. Haccac:

0

Bir gün Bağdad’da duası kabul olan bir derviş zuhur etti. Haccac-ı Zalim haber alarak onu yanına çağırdı ve dedi ki: ”Benim hakkımda hayırlı bir dua et.”

Derviş: ”Ya Rabbi! Bu adamın canını al” diye dua etti. Haccac: ”Allah aşkına bu ne biçim duadır?” diye sorunca derviş ona şu cevabı verdi:

”Bu hem senin hakkında, hem de bütün Müslümanlar için hayırlı bir duadır.”

Ey elinin altındakileri inciten iktidar sahibi adam! Bu hal bakalım ne kadar sürer? Hükümranlık senin nene lazım? Halka zulm edeceğine ölmen daha iyidir.

Sadi Şirazi – Gülistan

Lokman Hekim’e hikmeti kimden öğrendiniz? diye sormuşlar O da şu cevabı vermiş:

0

Lokman Hekim’e hikmeti kimden öğrendiniz? diye sormuşlar O da şu cevabı vermiş: ”Hikmeti körlerden öğrendim. Çünkü onlar değnekleriyle, bastonlarıyla bir yeri yoklamadan adım atmazlar.” 

Sadi Şirazi – Gülistan

Sadi Şirazi Sözleri

0

İki kişi hasret çekerek; ah vah ederek ölüp gittiler. Biri: Malı olup yemeyen. Ötekisi de: İlmiyle amel etmeyen

Şehvetten sakınmak, güçlü, kuvvetli gençlere lazımdır. Mecalsiz ihtiyarın aleti zaten kalkmaz.

Eli altındakilere acımayan insan, emri altında olduklarının cefasına uğrar.

Alçaklar, yani hasisler yemezler, bir köşede saklarlar. ”İleride yiyebilmek umudu, yemiş olmaktan iyidir”, derler. Fakat bir gün bakarsın ki, düşmanın beklediği yerde ölmüş: Pinti ölmüş, altın kalmış!

Her kap, içinde ne varsa dışına onu sızdırır.

Arkasından sevineceğin keder, sonunda tasalacağın sevinçten iyidir.

Sonu iyi dilenci, sonu kötü padişahtan iyidir.

Yalan söylemek bir silah yarasına benzer ki, iyileşse ve geçse bile izi kalır. Yusuf aleyissemla kardeşlerinin hikayesi gibi ki, kardeşleri yalan konuştukları için babaları Yakub aleyhisselam sonra onların doğru sözlerine inanmadı ve Hak Teala’nın Kuran-ı Kerim’de beyan buyurduğu vechile dedi ki ”Hayır sizi nefisleriniz aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemildir.” (Yusuf 83)

Akıllı bir insan, kendisine sual sorulmadıkça bir cevap vermez. Sözü doğru ve yerinde bile olsa, sözüne önem verilmez.

Sana iyi muamelede ve lütufta bulunan kimsenin ayağının tozu ol; düşmanlık eden adamın da iki gözüne toprak doldur.

Sert huylu, haşin adama karşı yumuşak konuşma. Çünkü pas yeniği yumuşak eğe ile temizlenmez.

Cahille görüştüğün için kendine cahil dedirttin. Bir alime, ”Bana bir öğüt ver” dedim. O da bana şu nasihatta bulundu: ”Cahillere yakın gitme, onlarla kaynaşma. Çünkü zamanın bilgini isen merkep olursun, cahilsen daha da ahmak olursun.”

Kötü kişilerle oturan onların fena huylarını almasa bile onlarla düşüp kalktığı için lekelenir. Nitekim bir kimse namaz kılmak için meyhaneye gitse, onun şarap içmek için gittiğine hükmedilir.

İyi huylu ve kalb kırmayan çavuşbaşı, adam inciten fakihten daha iyidir.

Birisine, ”Amelsiz alim neye benzer”, diye sormuşlar; O da, ”Balsız arıya benzer”, demiş.

Kuran-ı Kerim’in inmesinden maksat, yanlız yazılı sureleri satıhtan ve tecvidle okumak değil, onların anlamlarını kavrayıp ona göre hareket etmek ve güzel huylar edinmektir.

Allah’a el açıp yalvaran asi; kafasında kibir taşıyan abidden daha iyidir.

Boş kafalı birisini gördüm. Önemli durumda bulunan birisini çekiştiriyordu. Kendisine dedim ki ”Efendi! Eğer sen bedbaht isen mes’ud insanın bunda günahı ne?”

Mevkii, makamı ve rütbesi olup da gönlü kırıkları yoklamayan kimseye haber ver ve de ki: öteki dünyada hiçbir rütbe, makam, mevki ve kaşane bulamayacaktır.

İyilerin çektiği zahmetler ferahı mucib olacaktır. Kötülerin saadeti ise zeval bulacaktır.

Fakir komşundan ateş isteme. Onun bacasından çıktığını gördüğün duman, ateşin dumanı değil, yüreğinden çıkan dumandır. Derdinin dumanıdır.

Sağlığında ekmeği yenilmemiş adamın öldükten sonra kimse adını anmaz.

Damlalar birleşir nehir olur. Nehirler birleşir deniz olur.

Bir şey azar azar çoğalır. Anbardaki buğday tane tanedir. Tane tane toplanmış ve anbardaki buğday böyle birikmiştir.

Yiyen ve yediren alicenap bir insan, oruç tutup da kimseye bir şey vermeyen abidden daha iyidir.

Ömür boyu süren bir dostluğu bir anda bozmak yakışık kalmaz.

Hazret-i Nuh’un kendisine isyan eden oğlu Kenan, bir peygamber oğlu idi; ama şahsi ve zati bir meziyeti olmadığından peygamber oğlu olmak onun kadrini artırmadı ve kıymetini yükseltmedi. Aslını, soyunu, nesebini bırak. Bir hünerin varsa onu göster. Gül, dikenden; Hazret-i İbrahim de Azer’den olmuştur.

Keskin dişli kaplana acımak demek, koyunlara zulüm etmek demektir.

Yılan, taşın üzerinde ve elde taş varken; öldüreyim mi, yoksa öldürmiyeyim mi, düşünmek ahmaklıktır.

Hünersiz insanla, hünerli kimseleri çekemezler ve görmek istemezler. Tıpkı çarşı köpeklerinin, av köpeklerini gördükleri zaman havlamaları ve yanlarına yanaşmamaları gibi.

Bir zayıf bir kuvvetliye kabadayılık taslarsa, kendi helakı için düşmanına yardımcı olmuş olur.

Bütün geceler Kadir gecesi olsaydı, o zaman Kadir gecesinin ne kadri olurdu?

İkna edici ve güzel konuşan bir kişi, iş hususunda dürüst olmayabilir.

Vücudla yapılan ibadetten kalb gafilse o, ibadet sayılmaz. İçi olmayan kabuk bir işe yaramaz.

İnsanların gizli ayıbını açığa vurma. Çünkü hem onları rezil edersin, hem de herkesin sana olan güvenini kaybedirsin.

Kötü kişilerden iyilik öğrenemezsin. Nitekim kurt kürkçülük yapamaz.

Kötülerle oturan iyilik göremez.

Düşünmeden konuşan çok yanlışlar yapar. Ya insan gibi sözünü akılla süsle yahut da hayvanlar gibi sus, yerinde otur.

Bir cahil için en iyi şey susmaktır. Ne var ki, bunu biseydi zaten cahil olmazdı.

İçsiz cevizi hafifliği, insanoğlunu da dili rezil eder.

İşler sabırla hasıl olur. Acele eden tepetaklak gider.

Binamaz açlıktan ölse dahi, ona borç para verme. O, Rabbine karşı farz olan borcunu ödemiyor, sana olan borcunu mu düşünecek?

Düşmanın sözüyle dostla anlaşmanı bozdun. Bak kimden ayrıldın ve kime ulaşıp bağlandırn?

Dini dünyaya satanlar, yani sırf dünya için yaşayanlar merkeptirler.

Bu dünyada adam incitenden daha bedbaht kimse yoktur. Çünkü felaket gününde kendisine kimse yar olmaz.

Oğlum! Şehvet ateştir, ondan sakın. Cehennem ateşini kendin için harlandırma. O ateşte yanmaya takatin yoksa, bugünden sabır ile o ateşe su dök.

Aç gözlü haris birisine bütün dünyayı versen doymaz, lakin kanaatkar insan bir kuru ekmekle doyar.

Söz söyleyenin kusuru kendisine söylenmedikçe, onun sözü düzelmez.

Düşmanın hilesine aldanma ve oyununa gelme. Yüzüne karşı seni medhedenlerin sözlerinden mağrur olma. Düşmanın maksadı seni aldatmaktır. Seni medheden de, senden birşeyler koparmak istiyordur. Ahmak adam medhedilmekten hoşlanır. O, bacağından üfürülerek şişirilen koyun gibidir.

Seni medheden kendi çıkarı için medheder. Bir gün onun isteğini yapmazsan, yaptığı medihlerin iki yüz misli ayıplarını sayıp döker.

Ey bülbül! Sen baharın müjdesini getir. Fena haberi, baykuşa bırak.

Yılanın kafasını düşmanın eliyle ez. Bunda iki iyilik var. Düşman galip gelirse yılanı öldürmüş olursun. Yılan galip gelirse düşmandan kurtulmuş olursun.

Düşmanlar birbirleriyle harbe tutuştukları zaman, git, dostlarınla rahatına bak. Fakat onların birbirleriyle uyuşup anlaştıklarını görürsen, işte o vakit yayı kirişle ve kaleye gülle götür.

Kızgınlık ateşi, evvala sahibini yakar, ondan sonra da alevi düşmana ya erişir, ya erişmez.

İki kimse memleketin ve dinin düşmanıdır. Biri halim ve selim olmayan öfkeli padişah, ötekisi de ilimsiz, cahil, sofu.

Akıllı bir kimse ne daima sertlik eder, ne de itibarını düşürecek kadar yumuşaklık gösterir.

Sertlik ve yumuşaklık bir arada bulunmalıdır. Nasıl ki, cerrah hem yara açar, hem de merhem sürer…

Kendinden nefret ettirecek kadar etrafındakilere karşı sert olma ve bir de kendilerini yüzsüz edecek, şımartacak derecede onlara karşı mülayim davranma.

Fena adamı öldüren kimse, halkı onun şerrinden, onu da Allah’ın azabından kurtarmış olur.

Düşmanın acizliğine acıma. Eğer gücü yeterse sana acımaz.

Bir işi para ile halletmek mümkünse, canı tehlikeye koymak doğru değildir.

Sırını dostlarına açma. Ne bilirsin, belki de bir gün gelir sana düşman olur. Elinden gelen her fenalığı düşmanına yapma. Çünkü bir gün gelir onunla dost olabilirsin. Gizlemek istediğin bir sırrın varsa onu ortaya dökme ve birisi senin mutemedin bile olsa ona açma. Çünkü kimse senin sırrını senden daha iyi saklayamaz. Senin sırrına kimse senden daha müşfik ve daha emin olamaz.

Üç şey sürekli kalmaz. 1- Ticaretsiz mal 2- Tekrarsız bilgi 3- Cesaretsiz iktidar

Ömrünü boşuna geçiren bir insan, hiçbir şey satın almayıp altınlarını sokağa atmış, demektir.

Günahtan çekinmeyen alim, elinde meşale tutan köre benzer. Herkese yol gösterir, fakat kendisi göremaz.

Bir kimse takvayı ve ilmi satarsa, yani bunları dünyalık edinmeye vesile yaparsa, bir harman meydana getirdikten sonra onu tamamıyla yakmış gibi olur.

Ne kadar okursan oku, ne kadar öğrenirsen öğren, ne kadar bilgi edinirsen edin. Onunla amel etmedikçe cahilsin…

İki kişi boşuna zahmet çektiler, boşuna çalıştılar. Birincisi kazanıp yemeyen, ikincisi de ilim öğrenen, ancak onunla amel etmeyen.

Ey fakir! Feleğin devrinden şikayet etme. Eğer bu hal üzere (şükretmeyip) ölürsen halin yamandır.

Ey zengin! Mademki bugün mes’udsun, geçimin yolunda ve her şey arzu ettiğin gibidir, dilediğin ve istediğin gibi yaşıyorsun; o halde ye ve yedir ki, hem dünyayı ve hem de ahireti kazanabilesin.

Ey gayb hazinesinden putpereste de ateşpereste de rızık veren Allah’ım! Sen ki, düşmanlarını bile gözetiyorsun, dostlarını hiç mahrum bırakır mısın?

Bir köşede oturan dili kesilmiş bir dilsiz, yahut da sağır bir kimse, diline hükmü geçmeyen insandan daha iyidir.

A kardeş! Bugün söz söylemek mümkün iken söyle, tatlı tatlı konuş. Zira yarın ecel habercisi ve emir kulu (Azrail a.s) gelince haliyle dilini tutacak ve tabiatiyle susacaksın.

Akıllı kimsenin yanında susmak, edeb icabıdır ve terbiye böyle gerektirir ama, yeri gelmişken sözü söylemeli. İki şey akıl hafifliğidir: Birincisi konuşulacağı ve söylenileceği vakit susmak, öbürü de susmak icab ettiği zaman söz söylemek.

Kavga ettiğin zaman öyle birisiyle kavga et ki, ne ona ihtiyacın, ne de ondan korkun olsun.

Bir demetçik gül ne işe yarar? Gel de benim Gülistan’ımdan bir yaprak al. Bahçedeki gülün ömrü beş-altı günlüktür. Fakat benim bu Gülistan’ım daimidir. Her zaman hoştur. Solmaz ve sararmaz. Ömrü öyle geçici değildir. Her zaman ter ü tazedir.

Gün görmüş, tecrübeli, hikmetli, olgun ve iyi yetişmiş bir ihtiyar ilk önce düşünür, sonra söz söyler. Sen de düşünmeden söze başlama. İyi konuş, geç konuşsan da bir ziyanı yok. Düşün, sonra laf et. Gereken kadar konuş. Başkaları seni susturmadan sen susmasını bil. İnsanlar, konuşmalarıyla hayvanlardan üstündür. Ama şayet iyi ve doğru bir söz söylemezsen hayvan senden daha üstün sayılır.

Söz sarrafı ol, çok laf etme

Sorulmadıkça sana, önce güzaf etme!

Bir kimse aleme tepeden bakar ve benlik iddiasında bulunursa, düşman her taraftan üzerine üşüşür.

İnsan önce düşünmeli, sonra konuşmalıdır.

Horoz kavgada çeviktir ama, güçlü ve demir pençeli doğan kuşunun karşısında ne yapabilir? Kedi, fare tutma hususunda aslan kesilir, fakat bir kaplanla karşılaşınca fare olur.

Eski bilgili adamlar derler ki: Canından bıkan, hayatından ümidini kesen kişi gönlünde olan her şeyi söyler, içinde ne varsa ortaya döker.

Huzurda bulunan iyi kalpli vezirlerden biri cevap vermiş: Padişahım ”Öfkesini yenenler ve insanları affedenler için Cennet hazırlanmıştır” (Ali İmran 133-134) mealindeki ayeti söylüyor.

Dünyadaki dağlar içinde en küçüğü Tur dağıdır. Fakat Hak Teala’nın yanında onun kadir ve kıymeti vardır. Öteki dağlar bu mertebeye ulaşamamıştır.

Dünyada Huma kuşunun nesli tükense bile, yine de kimse baykuşun gölgesi altına girmez.

Allah adamı bir ekmeğin yarısını yer, yarısını da fakirlere verir. Bir padişah, bir ülkeyi fethetse, başka bir yeri daha zaptetmek ister.

Temeli, karakteri bozuk soysuz kimseler iyilerin nurundan istifade edemezler. Kabiliyeti olmayan kimseyi terbiyeye kalkışmak, kubbe üzerinde ceviz durdurmaya uğraşmak gibidir.

Alçak ve sütü bozuk kimse ile vakit geçirme. Çünkü hasır kamışından şeker yiyemezsin.

Hazret-i Lut’un karısı, kötülerle arkadaşlık ettiğinden Peygamber ailesinden olmak şerefini kaybetti. Halbuki Ashab-ı Kehf’in köpeği birkaç iyilerin arkasına düştü, insan şerefi kazandı.

Bilir misin, Zal oğlu pehlivan Rüstem’e ne demiştir? Düşmanı hakir sayma ve aciz görme. Çünkü şunu çok gördük ve tecrübe ettik ki, küçük bir pınarın suyu çoğaldı mı deveyi yüküyle beraber alıp götürür.

Kurt yavrusu insanların arasında büyüse bile, yine en sonunda kurt olur ve kurtluğunu gösterir.

Fena bir demirden nasıl ki iyi bir kılıç yapılmazsa, soysuz bir insan da terbiye ile adam olamaz. Şüphesiz ki yağmur tab’an çok latif ve faydalı birşeydir ve herkes de bunu tasdik eder. Fakat yağmur bu kadar iyi bir şey olduğu halde onun yağmasiyle bağ ve bahçede lale; çorak yerde ise çer-çöp yetişir.

Çorak yerde sümbül yetişmez. onun için boşuna emek sarfetme. Fenalara iyilik etmek, iyilere kötülük etmek demektir.

Bir kimsenin kalbini kırmamak, gönlünü incitmemek elimden gelir. Fakat kıskanç adama ne yapabilirim, elimden ne gelir? O kendiliğinden ızdırap içindedir. Ey kıskanç adam öl ki, bu ızdıraptan kurtulabilirsin. Başka türlü değil. Ölümden gayrı bir şey seni hasetten kurtaramaz.

Yarasa gündüzleri göremiyorsa, bunda güneşin ne günahı var?

Orduyu ve milleti canla başla sevmek ve beslemek, onlara iyi bakmak lazımdır. Padişah, ordu ve millet sayesinde baş olur, hükümdarlık eder.

Ahaliye zulmeden bir padişah felaket gününde, dostları bile güçlü düşman kesilirler. Halkla iyi geçin. Halka iyi muamele et. Böyle yaparsan hasmının savaşından masun kalırsın. Çünkü adil bir hükümdarın bütün tebaası bir ordu olur.

Ey karnı tok insan! Arpa ekmeği senin hoşuna gitmez. Halbuki sana çirkin görünen o şey benim sevdiğimdir. Cennet hurileri için A’raf Cehennemdir. Cehennemdekilere sorsan A’raf, Cennet’tir, derler.

Ey aklı başında olan kimse! Senden korkandan kok. Hatta cenkte onun gibi yüz kişiyle başa çıkabilecek bir kudrette olsan bile yine de kork. Görmüyor musun ki, kedi aciz kalınca pençesiyle kaplanın gözünü oyar. Yılan neden çobanın ayağını sokar? Çünkü, ”Bu adam benim başımı taşla ezecektir”, diye korkar.

Ey elinin altındakileri inciten iktidar sahibi adam! Bu hal bakalım ne kadar sürer? Hükümdarlık senin nene lazım? Halka zulm edeceğine ölmen daha iyidir.

Bir zalimi günün yarısına kadar uyuyor gördüm. Dedim ki ”Bu herif bir fitnedir. İyi ki uyuyor.” Uyuması uyanıklığından daha hayırlı olan kimsenin, yaşayacağına ölmesi daha hayırlıdır.

Nasıl ki, aşığın gönlünde sabır ve kalburda su durmazsa kalenderin avucunda da para durmaz.

Parlak bir günde ve gündüz ışığında lüks ve pahalı kafuri mum yakarak aydınlanan ahmağın, çok geçmeden kandiline koyacak adi yağ bulamadığını görürsün.

Ya önceden ihsanda bulunup birisini tamaha düşürmemeli, yahut da o ihsan kapısını bir kere açtıktan sonra şiddet ve huşunetle yüzüne kapamamalı.

Askere altın ver ki, o da icabında başını versin. Vermezsen o da başını alıp savuşur, başka bir yere gider.

Karnı tok yiğit şiddetle saldırır. Karnı aç yiğit ise, şiddetle kaçar.

Neden Huma kuşu öteki kuşlardan daha şereflidir? Çünkü kemik yer ve hiçbir mahluku incitmez.

Ateşe tapınan, ateşi yüz yıl hiç söndürmeden yaksa bile, yine bir gün o ateşe düşse, ateş onu dakikada yakar.

Başına bir felaket geldiği, bir belaya uğradığın vakit mahzun olma, Hak Teala’nın nice gizli lütufları vardır.

Öd ağacı bir tabla üzerinde güzel koku vermez. Fakat onu ateşin üzerine koydun mu anber gibi kokar. Ad kazanmak ve büyüklük kazanmak istiyorsan ihsanda bulun. Nitekim, tohum saçmazsan mahsül alamazsın.

Kaarun, kırk ev dolusu hazinesi olduğu halde öldü ve iyi bir adı kalmadı. Nuşirevan ise, cömertliği ve keremi sayesinde iyi bir isim bırakmak suretiyle ölmedi. Adı sayesinde hatırası yaşıyor.

Halka zulm etmekle yaşayan zalim, dünyada kalmaz. Nihayet bir gün ölür, gider, lakin o daima lanetle anılır ve ona edilen lanet daimi kalır.

İçi sızlayan, gönlü yanan, kalbi kırık bir adamın ahı insanı öyle yakar ki, ateş üzerlik dediğimiz tütsüyü onun kadar yakamaz.

Her zaman sana teveccüh ve iltifat gösteren bir kimse, ömründe bir kere sitem ederse mazur gör.

Kalbi yaralı olanların ahının ateşinden sakın. Zira mutlaka te’sir eder. Elinden geldiği kadar kalb yıkmamaya gayret et. Zira mazlumun ahı, cihanı harab eder.

Akıllılar indinde yiğitlik, kükremiş ve azgın file karşı çıkmak değildir. Asıl yiğitlik, hiddet ve öfke anında dahi kendine hakim olup, batıl söz söylememektir.

Elinden geldiği kadar bir kimseye derd açma, kalbini kırma. Çünkü bu yolda dikenler vardır.

Muhtaç bir fakirin işini gör. Çünkü, senin de yapılacak işlerin olur.

Büyüklerin adlarını yakışık almayan bir suretle ananlara, büyük demezler.

Kendini beğenmiş adam, gururu gözüne perde olduğundan kendisinden başkasını göremez. Eğer Hak Teala’yı görecek bir göze nail olaydı, kendinden daha aciz bir kimse göremezdi.

Paslı bir demirin pasını cila ile gidermek mümkün değildir. Kara kalbli bir kimseye nasihat etmenin ne faydası vardır? Demir çivi,taşa girer ve taşı deler mi?

Akıllı insan, şaka ile söylenen sözden bile ders alır ve istifade eder, bir hisse kapar. Cahile ise hikmetli sözlerden yüz bab okusan kulağına girmez, ona vız gelir; masal zanneder.

Zenginlik istiyorsan kanaattan başka bir şey isteme… Çünkü kanaat, insanın başına konmuş bir devlettir. Bir zengin, fakirlere etek etek altın bahşedecek olursa, onun bu yüzden kazanacağı sevaba tamah etme. çünkü büyüklerden işittiğim bir söz vardır, o da şu: ”Dervişin sabrı, zenginin sadakasından daha iyidir.”

İlmiyle amil olmayan alimin sözü kimseye te’sir etmez. Alim odur ki, fena iş yapmaz ve kendi yapmadığı şeyi, başkalarına söylemez.

Zevk ve safa ile yaşayan, keyfine düşkün bir alim, yolunu sapıtmış bir kimsedir. Başkasına nasıl yol gösterebilir?

Cenab-ı Hakk’ı tanımayan bin akraba, onu tanıyan bir yabancıya feda olsun.

Bir adam kurt yavrusu besliyordu. Büyüyünce efendisini parçaladı.

İyi huylu bir kimsenin elinden Ebucehil karpuzu yemek, asık suratlının elinden tatlı yemekten daha iyidir.

Suratsız adama ihtiyacından bahsetme. Onun kötü tabiatından üzülürsün. Bir derdin varsa, onu öyle bir insana anlat ki, hiç olmazsa onun güler yüzlülüğünden peşin olarak bir haz ve huzur duyasın.

Allah seni servet sahibi yapmıyorsa o, bunu böyle muvafık görüyor, demektir. Senin için hayırlı olan şeyi O, senden daha iyi bilir.

Dünyalık peşine düşenlerin aç gözünü, ya kanaat yahut da mezar toprağı doyurur.

Saçının her telinde iki yüz hünerin olsa, talihin yardım etmedikten sonra bu marifetlerin neye yarar?

Kimse eceli ile ölmez ama, sen kendi ayağınla ejderhanın ağzına gitme.

Tamah, akıllı adamın basiret gözünü bağlar. Kuşla balık, tamahla tuzağa, ağa düşerler.

Nice dua ve gözyaşı vardır ki desinler içindir. Dikkatli ol her gözyaşı döken seni aldatmasın. Bilmelisin ki; gördüklerinin dışı yaldızlı ve güzel, içi ve içyüzü karanlık ve çirkindir.

Birisini incittiğin zaman, bu incitmenin arkasından onu yüz defa huzura kavuşturup rahatlığa eriştirsen bile, yine de gönlün rahat etmesin. Onun intikamından emin olma. Meşhur sözdür: Okun ucundaki sivri demir yaradan çıkar ama, acısı yürekte kalır.

Yılanın huyunu öğrendiğimden beri, ondan asla emin olarak oturmadım. İnsanın gözüne dost görünen düşmanın diş ısırığı, daha fena bir yaradır.

Gerçi rızık dışında bir şey yenilemez ama, rızkı aramada tenbellik etmemelidir. Dalgıç, nehirde timsahtan veya denizde köpek balığından korkarsa, inci elde edemez.

Derdini düşmanlara açma. Çünkü suret-i zahirde Lahavle, derler, fakat içlerinden sevinirler.

Kuran ve hadisle susturamadığın adama verilecek cevap, hiç cevap vermemektir.

Hiddetle elini kılıcına götüren kimse, sonunda yazık oldu, diye pişman olarak elini ısırır.

Güzel yüzlü birisinin ağzındaki soğan kokusu, çirkin bir kimsenin elindeki gülden güzeldir.

Yanlız ibadet neye yarar? İbadetin yanında kerem ve ihsan da lazımdır. Allah yolunda bir altın vermeleri lazım gelse, çamura batmış eşek gibi acizleşiyorlar. Ama Fatiha okumaya gelince, yüz defa okurlar.

Küçükken terbiye görmeyen, büyüdüğünde hiç terbiye edilemez ve iflah olamaz. Bir yaş çubuğu istediğin gibi bükebilirsin. Fakat kuru çubuğu doğrultmak için ateşe tutmak lazımdır.

Bir tarikat pirinin, yetiştirdiği müridlerden birine şöyle söylediğini işittim: ”İnsanlar, rızıklarına bağlandıkları kadar o rızkı veren Hak Teala’ya bağlansalardı. meleklerin makamlarının üstüne yükselirlerdi.”

Nice namuslu, dürüst insanlar, fakirlik yüzünden kötü yol tutmuşlar: fenalığın içine düşmüşler; kıymetli din ve namuslarını lekelemişler, yok etmişlerdir.

 

Timur’u, Büyük İskender ve Cengizhan’dan ayıran özellik – Harold Lamb

0

O, ne Büyük İskender gibi kraloğlu idi, ne de Cengiz Han gibi bir kabile reisine mirasçı olmuştu. İşe başlarken, Büyük İskender’in  emrinde bir millet , Cengiz Han’ın elinde moğollar vardı. Emir Timur’un elinde böyle bir sermaye yoktu. O ancak çalışa uğraşa kendine bir millet edinmiştir.

Harold Lamb

Eski İran padişahlarından Feridun’un sarayın kemerinde yazan şiir

0

Eski İran’ın, adeletiyle nam kazanmış efsanevi padişahlarından Feridun’un sarayının kemerinde şu manada şiirler yazılmıştı:

Ey kardeş! Bu dünya kimseye kalmaz. Gönlünü, cihanı yaratan Hak teala hazretlerine bağla. Sana gereken ve yetecek olan budur. Dünya mülküne güvenip bel bağlama. Çünkü bu dünya senin gibi bir çoklarını beslemiş ve sonunda öldürmüştür. Değil mi ki en sonunda ölüm vardır ve bu temiz can göç yolunu tutacaktır. O halde ister taht üzerinde can vermişsin, ister toprak üzerinde. Ne fark eder?

Sadi Şirazi – Gülistan

Diğer ümmetler, ‘Ümmet-i Muhammed’in terazileri niye bu kadar ağır basıyor?’ diye sorunca peygamberleri şöyle cevap verecektir:

0

Nitekim Hz Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

”Besmele ile başlayan dua geri çevrilmez.”

Bir başka hadiste ise şöyle buyurmuştur:

”Ümmetim, kıyamet gününde mahşer yerine Besmele çekerek gelecek ve iyilikleri terazide ağır basacaktır. Diğer ümmetler, ‘Ümmet-i Muhammed’in terazileri niye bu kadar ağır basıyor?’ diye sorunca peygamberleri şöyle cevap verecektir:

Çünkü Ümmet-i Muhammed, her sözüne Allah’ın üç ismiyle başlar. Bu isimler öyle yücedir ki terazinin bir kefesine bunlar, diğer kefesine ise insanların işledikleri günahlar konsa iyilikleri daha ağır basar.”

Yine Hz Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur.

”Allah bu ayeti her derde deva, her hastalığa şifa kılmış; (onu dilinden düşürmeyene) fakir iken zenginlik lütfetmiş; onu cehenneme perde eylemiş ve sürekli okumaları halinde onları yerin dibine geçirmekten, (maymuna) dönüştürülmekten ve cehenneme atılmaktan güvende kılmıştır.”

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 52-53

Besmele ayeti’nin indiği ilk peygamber

0

Hz Ali’nin şöyle dediği nakledilmiştir:

Besmele indirilince Allah Rasülü şöyle buyurmuştu:

”Bu ayet, ilk olarak Adem’e inmişti. O zaman Adem, ‘Soyumdan gelenler bu ayeti okuduğu sürece azaptan güvende olacaktır’ dedi. Sonra Allah, Besmele’yi kendi katına yükseltti ve uzunca bir aradan sonra İbrahim’e indirdi. İbrahim ateşe atılmak üzere mancınıkta iken okudu ve böylece Allah, ateşin İbrahim’e zarar vermesini engelleyip onu İbrahim için esenlik kıldı. Yine göğe yükseltildi ve daha sonra Süleyman’a gönderildi. O zaman melekler, ‘Ey Süleyman! İşte şimdi tam anlamıyla hükümran oldun’ dediler. Yine göğe kaldırıldı ve son olarak bana indirildi. Benim ümmetim kıyamet gününde mahşer yerine besmele çekerek gelecek ve amelleri teraziye konunca iyilikleri ağır basacaktır.”

Allah Rasülü böyle buyurduktan sonra şunu da eklemiştir.

”Besmeleyi kitaplarınıza/mektuplarınıza yazınız. Yazarken de dilinizle söyleyiniz.”

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 50

 

Hz Süleyman Rabbine özünü bağlayınca Belkıs’ı ona boyun eğdirmiştir. Belkıs ki emrinde on iki komutan vardı, onların her birinin emrinde yüz bin asker bulunuyordu. Hz Süleyman’ın ordusunda

0

Süleyman- Belkıs kıssasını bu şekilde ayrıntılı olarak anlattım; çünkü düşünenler için bu kıssadan alınacak dersler olup bu çerçevede başlıca şu tespitlerde bulunulabilir:

Geçmiş kavimlerin görüp geçirdikleri olumlu veya olumsuz her türlü olaydan ders çıkartılır.

Bu kıssada Allah’ın geçmiş ümmetler üzerinde nasıl etkili bir kudrete sahip olduğu görülmektedir.

Allah, özünü Allah’a bağlayanlara sonsuz lütuflarda bulunurken kendisine isyan edenleri hor ve hakir kılarak onlara boyun eğdirmekte ve insanların sevk ve idaresini sevdiği kulların eline vermektedir.

Hz Süleyman Rabbine özünü bağlayınca Belkıs’ı ona boyun eğdirmiştir. Belkıs ki emrinde on iki komutan vardı, onların her birinin emrinde yüz bin asker bulunuyordu. Hz Süleyman’ın ordusunda ise iki yüz bini insanlardan, iki yüz bini ise cinlerden olmak üzere dört yüz bin asker bulunuyordu. İki ordu arasında tartışılmaz bir nicelik farkı olmasına rağmen Hz Süleyman Allah’ın yoluna baş koyduğu için hükümran olmuş;’ Belkıs ise küfür ve isyandan ötürü  Hz Süleyman’ın hükmüne ram olmuştur.

İslam üstündür ve hiçbir şey onun üstünde değildir.

”Hem Allah kafirlere müminleri ortadan kaldırma fırsatı vermeyecektir.” (Nisa 141)

Ey tevfik-i ilahiye eren kul! Sen de layıkıyla iman edersen dünyada düşmanlarından; ahirette ise kor gibi yanan ateşten güvende olursun. Ateş senin Rabbinin emrine boyun eğerek senin uşağın olur, saygı ile sana ram olur ve rehberlik eder. Der ki sana: ”Ey mümin! Geç git; nurun ateşimde kor bırakmadı.”

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 53

 

Hz Muhammed (s.a.v), Tebük Gazvesi dönüşünde şöyle buyurmuştur:

0

”Cihadın küçük olanın sayfasını kapattık; şimdi sırada büyük olanı var.”

Hz Peygamber ”cihadın büyük olanı” ile kastettiği şey, şeytanla ve nefsin arzularıyla mücadele etmektir; çünkü bunlarla mücadele, süreklilik arz etmesi ve uzun bir süreci gerektirmesi yanında, bir o kadar da tehlikeli olup ömrün, kötü sonla nihayet bulması muhtemeldir.

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 35

Hz Süleyman’ın yanına gelince ”Senin tahtın böyle midir?” diye soruldu. Belkıs şöyle bir göz gezdirdi. Tanır gibi oldu; ama kendi tahtı olduğuna pek ihtimal vermedi. Kendi kendine ”Yedi odanın en kuytu yerinde olan ve muhafızlar tarafından sıkıca korunan tahtımı ele geçirmiş olamazlar?” diye düşünerek o mu,

0

Süleyman’ın yanına gelince ”Senin tahtın böyle midir?” diye soruldu. Belkıs şöyle bir göz gezdirdi. Tanır gibi oldu; ama kendi tahtı olduğuna pek ihtimal vermedi. Kendi kendine ”Yedi odanın en kuytu yerinde olan ve muhafızlar tarafından sıkıca korunan tahtımı ele geçirmiş olamazlar?” diye düşünerek o mu, değil mi olduğunu kestiremediği için ”Sanki bu, o gibi” dedi. Bunun üzerine Süleyman,

”Biz hak ve hakikatin bilgisine Kraliçeden çok daha önce nail olmuş ve özümüzü Allah’a teslim etmiştik” dedi. (Neml 42)

Belkıs’ın kendine yazık etmesi iki türlü yorumlanmıştır: Birinci yoruma göre, bunun sebebi, Hz Süleyman’ın kendisini boğacağını düşünerek onun günahını almasıdır. İkinci yorum ise güneşe tapmakla kendine yazık etmesidir.

”Nihayet Süleyman, onu, geçmişte Allah’tan başka tanrılık yakıştırdığı şeylerden uzaklaştırdı; önceden o kafir bir halka mensup idi.” (Neml 43)

Bütün bu olaylardan sonra Hz Süleyman onunla evlendi.

Süleyman ve Belkıs, bir süre sohbet edip birbirine bazı sorular sordular. Sonra Süleyman onunla zifafa girdi. Bir oğulları oldu ve adını Davud koydular. Bu çocukları, Hz Süleyman hayatta iken öldü. Ardından Süleyman ve bir ay kadar sonra Belkıs öldü.

Bir başka rivayete göre Hz Süleyman, Belkıs’a Suriye civarında bir köy verdi ve Belkıs ölünceye kadar o köyün ürünü ile geçindi.

Bir diğer rivayete göre ise Hz Süleyman Belkıs’la zifafa girdikten sonra onu ordusuyla birlikte serbest bıraktı ve böylece Belkıs kendi ülkesine döndü. Hz Süleyman, ayda bir Kudüs’ten Yemen’e onu ziyarete giderdi.

Abdukadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 45-46

Cinlerin Hz Süleyman’a yalan söylemesi – Cinler, bunu duyunca Hz Süleyman’da Belkıs’a karşı bir nefret oluşturmak için

0

Cinler, bunu duyunca Hz Süleyman’da Belkıs’a karşı bir nefret oluşturmak için Belkıs hakkında olumsuz şeyler söylediler; çünkü onunla evlenmesinden ve Belkıs’ın, Süleyman’ı cinlerin sırlarından haberdar etmesinden korkmuşlardı. Zira annesi Umeyra bint Amr, bir cin olduğu için Belkıs, cinlerin sırlarını biliyordu.

(Annesinin adı Rehava bintü’s Seken olduğu ve cinlerin kraliçesi olduğu da söylenmiştir.)

Her ne ise dediler ki:

”Allah, kralımızın işini yolunda götürsün; ama şunu söylemeliyim ki Belkıs, biraz akıldan noksandır; ayakları da eşeğin toynağı gibidir.”

Hz Süleyman bunları duyunca ilişkilendi ve Belkıs’ın aklını ölçmek ve ayaklarını görmek istedi. Bundan dolayı suyu akıttı ve içine kurbağa ve balıklar koydurttu. Belkıs’ın tahtında da kısmen değişiklik yaptırarak bazı şeyler ekletti ve bazı şeyler çıkarttı. Tahttaki bu değişiklikleri sırf Belkıs’ın akıldan noksan olup olmadığını tespit etmek için yaptırttı.

Süleyman etrafındakilere şu talimatı verdi:

”Kraliçenin tahtının şeklini değiştirin. Bakalım onu görünce tanıyacak mı, tanımayacak mı?” (Neml 49)

Nihayet Belkıs, sarayın kapısına geldi.

”Buyurun, saraya girin” denildi.

”Kraliçe sarayın sırça zeminli salonunu görünce onu derin bir su sanıp eteğini çekti” ve kendi kendine ”Süleyman benim boğulmamı istiyor. Keşke böyle birşey yapmasaydı” dedi.

Hz Süleyman Belkıs’ın kelimelerle anlatılmaz bir güzelliğe sahip olduğunu ve cinlerin söylediklerinden hiçbir eser olmadığını gördü.

Belkıs’a ”Bu zemini camla döşenmiş bir saraydır” denildi.

Ayette geçen ”mümerrad” kelimesi, ”yüzünde henüz tüy bitmemiş delikanlı” anlamına gelen ”emrad” kelimesi ile aynı kökten olup sarayın zemininde hiçbir pürüz bulunmadığını ifade etmektedir.

Belkıs, Süleyman’a doğru yürürken Süleyman onun ayaklarını ve dizlerini gördü ve çok beğendi.

Süleyman’ın yanına gelince ”Senin tahtın böyle midir?” diye soruldu. Belkıs şöyle bir göz gezdirdi. Tanır gibi oldu; ama kendi tahtı olduğuna da pek ihtimal vermedi. Kendi kendine ”Yedi odanın en kuytu yerinde olan muhafızlar tarafından sıkıca korunan tahtımı elde etmiş olamazlar herhalde?” diye düşünerek o mu, değil mi olduğunu kestiremediği için ”Sanki bu o gibi” dedi.

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 48-49-50

Hz Süleyman döneminde Belkıs’ın tahtını Asaf B. Berhiya göz açıp kapayıncaya kadar nasıl getirdi? Cin, Hz Süleyman’a ”Ben, gözümün görebildiği son noktaya adım atabilirim ve onun tahtını sana getirebilirim” dedi. Hz Süleyman, ”Ben bundan daha hızlısını istiyorum” dedi. Bunun üzerine

0

Çavuşkuşu, Hz Süleyman’a dönerek Belkıs’ın kendisine gelmek üzere yola koyulduğunu haber verdi. Hz Süleyman, halkını toplayarak onlara,

”Efendiler! dedi, ‘Kraliçe ve adamları itaatlerini bildirmek üzere huzurumuza gelmeden önce, hanginiz onun tahtını buraya getirebilir? (Neml 46). Çünkü onlar, bize itaatlerini bildirip bizimle barış yaptıktan sonra bizim onun tahtını almamız doğru olmaz’ dedi.

”Güçlü kuvvetli ve gözü pek bir cin, Süleyman’a, ‘Sen daha oturduğun yerden kalkmadan ben o tahtı huzuruna getirebilirim’ dedi.” (Bunu söyleyen cinin adı Amr idi. Süleyman (a.s), öğleye kadar makamında insanlar arasında hüküm verirdi.)

Sonra ekledi:

”Çünkü ben bunu en mükemmel şekilde yapabilecek bir güç ve beceriye sahibim. Tahtın üzerindeki inci, mücevharat, zümrüt, altın ve gümüşleri çalmayacağıma da sizi temin ederim.”

Cin öylesine büyük bir beceriye sahipti ki gözünün görebildiği son noktaya adım atabiliyordu. Bundan dolayı Süleyman’a ‘‘Ben, gözümün görebildiği son noktaya adım atabilirim ve onun tahtını sana getirebilirim” dedi.

Hz Süleyman, ”Ben bundan daha hızlısını istiyorum” dedi. Bunun üzerine ”İlahi kaynaklı bilgiyle donanmış bir zat ‘Ben ( Rabbime dua eder, sıkıntımı ona arz ederim. Rabbimin kitabına bir göz atarım ve) sen gözünü açıp kapayıncaya kadar onu sana getirebilirim” dedi. (Neml 47)

Kimi müfessirlere göre burada ilahi kaynaklı bilgi ile kastedilen şey , Allah’ın ism-i azamı olup bu isim ”Ya Hayy, Ya Kayyum”dur.

Bu zatın adı Asaf B. Berhiya; annesinin adı Batura idi ve İsrailoğulları’ndandı. Allah’ın ism-i azamını – en yüce ismini- biliyordu. ”Gözünü açıp kapayıncaya kadar” sözü, ”görebildiğin en uzak şey sana gelinceye kadar…” anlamındadır.

Hz Süleyman (a.s) ona ”Bunu yapabilirsen bileğin bükülmez senin; ama eğer yapamazsan beni cinlerin ağzına sakız edersin. Ben ki cinlerin ve insanların efendisiyim” dedi. Bunun üzerine Asaf b. Berhiya, kalkıp abdest aldı. Allah’a secde etti ve ism-i azamı okuyarak; yani ”Ya Hayy, Ya Kayyum” diyerek dua etmeye başladı.

Ali b. Ebu Talib’in şöyle dediği nakledilmiştir:

”İsm-i azam, kendisi anılarak dua edildiğinde, Allah’ın kesinlikle kabul buyurduğu ve bir şey istendiğinde mutlaka verdiği isimdir. Bu isim ‘Ya ze’l-celali ve’l ikram’dır.”

Asaf duasını eder etmez Belkıs’ın tahtı yerin içine girdi ve Süleyman’ın tahtının yanında beliriverdi.

Rivayete göre, Belkıs’ın tahtı, Süleyman oturduğunda ayağını üzerine koyduğu tahtının hemen altında ortaya çıktı. Cinler, tahtın geldiğini görünce Hz Süleyman’a ”Asaf’ın tahtı getirmeye gücü var da Belkıs’ı getirmeye yok mu?” dediler. Bunun üzerine Asaf, ”İsterseniz onu da getireyim” dedi.

Her neyse, taht geldikten sonra Süleyman’ın emriyle billurdan dümdüz bir zemin yapılıp altı su ile dolduruldu ve içine balık atıldı. Öylesine şeffaftı ki üstünden bakıldığında suyun içindeki balıklar görünüyordu.

Bir başka rivayete göre ilahi kaynaklı bilgiyle donanmış olan kişi, Hz Süleyman’ın atlarının seyisi olan Dabbe b Edd. idi.

Bir başka rivayete göre ise bu Hızır’dı.

”Hz Süleyman kraliçenin tahtını yanı başında görünce şöyle dedi: ‘İşte bu da bana Rabbimin bir lütfudur ve bu lütuf şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğimi sınamak içindir.’

Böyle der demez Rabbine şükretmeye yöneldi ve şöyle dedi: ‘Bakın her kim Allah’a iman ve itaat üzere şükrederse gerçekte kendi iyiliği için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse şunu iyi bilmelidir ki Rabbim kimsenin şükrüne muhtaç değildir (Neml 40); yani kimsenin cezasını vermekte acele etmez.”

Abdulkadir Geylani -Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 46-47

Musa aleyisselam bir derviş görmüş. Derviş, giyeceği olmadığından kendisini kumun içine sokmuş imiş. Derviş: ”Ey Musa, dua et de Allah bana biraz dünyalık versin. Yoksulluktan ve takatsizlikten canım çıkacak.”  Hazreti Musa, dua etmiş ve Allah o fakire istediği dünyalığı vermiş. Birkaç gün sonra Hazreti Musa,

0

Musa aleyisselam bir derviş görmüş. Derviş, giyeceği olmadığından kendisini kumun içine sokmuş imiş.

Derviş: ”Ey Musa, dua et de Allah bana biraz dünyalık versin. Yoksulluktan ve takatsizlikten canım çıkacak.” 

Hazreti Musa, dua etmiş ve Allah o fakire istediği dünyalığı vermiş.

Birkaç gün sonra Hazreti Musa, münaacattan dönerken bir kalabalık görmüş. O adamı yakalamışlar, halk da başına üşüşmüş, orada toplanmış. Hazreti Musa keyfiyeti sorunca demişler ki:

”Şarap içip sarhoş oldu, kavga etti ve bir adamı öldürdü. Şimdi de onu kısasa götürüyorlar.”

Miskin kedinin kanadı olsaydı, serçenin tohumunu yeryüzünden kaldırırdı.

Bazi acizler ellerine kudret geçer geçmez, kalkıp acizlerin kollarını bükerler.

Hazreti Musa, Hak Teala’nın hikmetini bir kere daha anladı ve huzur-ı İlahide yaptığı cür’etten dolayı af talep edip, şu ayeti okudu:

”Eğer Allah, kullarına lüzumundan fazla rızık verseydi, yeryüzünde ne azgınlıklar yapardı” (Şura 27)

Ey mağrur kişi! Seni ne azdırdı ki, tehlikeye düşüp sonunda helak oldun.

Alçak kimse bir makama geçer, altın ve gümüş sahibi olursa başına tokat ister.

Sadi Şirazi – Gülistan

Sasani hükümdarı Nuşirevan’ın Veziri’nin akıl dolu cevabı

0

Büyük Emir’e hizmette kusur edişimin sebebini, Sasani hükümdarlarından Nuşirevan’ın veziri Büzürgmehr’in bir sözüyle arzetmek isterim:

Hind hükemasından bazıları, Büzürgmehr’in meziyetleri mevzuunda görüşüyorlarmış. Sonunda kendisinde ancak şu tek kusuru bulabilmişler:

Ağır ağır ve düşüne düşüne konuşuyor ve çok duraklıyor. Dinleyenler de, sözün arkası gelsin diye bir hayli bekliyorlar.

Büzürgmehr, kendisi hakkında söylenen bu sözleri ve verilen bu hükmü duyunca, şöyle demiş:

Ne söyliyeyim, diye baştan düşünmek, niçin söyledim diye sonunda pişman olmaktan yeğdir (daha iyidir).

Sadi Şirazi – Gülistan

Abdulkadir Geylani’nin duası

0

”Yoldan çıkmış şeytandan, kötü düşüncelerden, nefsin dürtülerinden, insanların ve cinlerin tuzaklarından, ikiyüzlülükten, kendini beğenmekten, Allah’a şirk koşmaktan, kalbimde doğan kötü huylardan, nefsimi tehlikelere düşüren her türlü dünyevi arzu ve hazdan, bedenimi ateşlere düşürecek bid’at, sapıklık ve isteklerden, kalbimi yücelmiş kalplerden alıkoyan her türlü söz, fiil ve amaçtan, ahlaksızlıktan, nefsine uyan inasanlardan, yoldan çıkmış heva ve heves sahiplerine uymaktan Arş’ın ve Kürsi’nin Rabbine sığınırım.

Kendisine itaati terk ettiğimde alacağı intikamdan, merhamet sahibi Rabbime sığınırım. O bana şah damarımdan daha yakındır.

Kendisine karşı gelenlere öfkelendiğinde celallenmesinden yine Allah’a sığınırım. Kendisine isyan eden varlıkları kıyamet gününde kıskıvrak yakaladığında heybet ve azametinden Allah’a sığınırım.

Denizde ve karada günah perdesini kaldırmasından, kökü ve dalı unutmaktan, yoldan çıkmaktan, yanlışa meyletmekten, böbürlenip büyüklenmekten, O’na itaat etmeyi, yakınlaşmayı ve iyilik etmeyi terk etmekten, yalan yere yemin etmekten, ettiğim yemini bozmaktan, kötü sondan ve bütün iyiliklerimi kaybedip meteliksiz kalmaktan ve ölümün beni kötü bir halde iken yakalanmasından Allah’a sığınırım.”

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 33-34

Sahabeden bir grup, bir akşam Allah Rasülü’nün yanına gelmek üzere toplandılar. Onlar arasında Ebu Bekir, Osman, Ali, Selman ve Ammar b Yasir (r.a) vardı. Allah Rasülü onları karşılamak için dışarı çıktı. Ateşi vardı ve boncuk boncuk terliyordu. Alnını silerek üç defa ”Lanet olasıca! Allah lanet etsin ona” buyurup başını yere eğdi. Ali (r.a) ” Anam babam sana feda olsun! Sen demin kime lanet ettin” dedi. Hz Peygamber şöyle cevap verdi:

0

Hz Aişe’nin şöyle söylediği nakledilmiştir:

Sahabeden bir grup, bir akşam Allah Rasülü’nün yanına gelmek üzere toplandılar. Onlar arasında Ebu Bekir, Osman, Ali, Selman ve Ammar b Yasir (r.a) vardı. Allah Rasülü onları karşılamak için dışarı çıktı. Ateşi vardı ve boncuk boncuk terliyordu. Alnını silerek üç defa ”Lanet olasıca! Allah lanet etsin ona” buyurup başını yere eğdi. Ali (r.a) ” Anam babam sana feda olsun! Sen demin kime lanet ettin” dedi. Hz Peygamber şöyle cevap verdi:

‘Tabii ki hayırsız İblis’e, Allah’ın düşmanına. Kuyruğu arkasına girdi de yedi yumurtası oldu. İşte onlar, İblis’in insanoğlunu baştan çıkarmakla görevli oğullarıdır.

Birincilerinin adı Müdhiş olup alimleri türlü türlü arzu ve isteklere sevk etmekle görevlidir.

İkincilerinin adı Hadis olup namazdan alıkoymakla görevlidir. İnsanlara namazı unutturur, onları çerçöple oyalar; esneme ve uyuklama verir. Uyuklayan kişiye ”Uyudun sen” dediklerinde o ”Yok yahu ne uyuması!” diyerek ona abdestsiz namaz kıldırır. Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki! Namazı kılıp bitirir bitirmesine de bırakın yarısını ve dörtte birini, onda bir sevabını bile elde edemez. Kazandığı günah da cabası.

Üçüncülerinin adı Zelenbur olup çarşı pazarla görevlidir. Çarşı esnafını eksik tartmaya, alışverişte yalan söylemeye, sattığı eşyayı allayıp pullamaya ve malını elinden çıkarabilmek için her yola başvurmaya teşvik eder.

Dördüncülerinin adı Betr olup da, başı dara düşen kimseyi yaka yırtmaya, yüz tırmalamaya, çevresindeki kişilere ve eşyaya zarar vermeye ve ”yazıklar olsun” türünden dualara teşvik eder. Böylece darlık ve sıkıntıdan elde edeceği sevabın önüne geçer. 

Beşincilerinin adı Menşüt olup yalan haberlere, laf taşımaya, birbirine karşı övünüp birbirini küçük görmeye teşvik etmekle görevlidir. İnsanlar ise bunları yaparak günah kazanırlar.

Altıncılarının adı Vasim olup zina ile görevlidir. Erkek ve kadınları birbiriyle zina etmeye teşvik eder.

Yedincilerinin adı Aver olup hırsızlıkla görevlidir. Hırsıza ”Bu, senin işini görür. Borcunu ödeyip açığını kapatırsın, ardından da tövbe ediverirsin” diye vesvese verir.”

Mümine yakışan, her zaman şeytana karşı uyanık olmak ve hiçbir işinde kendini şeytandan güvende bilmemektir.

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 27

Allah’a sığınmak hakkındaki hadisler

0

Allah Rasulu (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

”Bir kez Allah’a sığınan kişiyi Allah o gün bitinceye kadar koruması altına alır.”

Bir başka hadiste ise şöyle buyurmuştur:

”Günah kapılarını Allah’a sığınmak suretiyle kapayın; kulluk kapılarını ise Besmele ile açın.”

Şöyle denilmiştir:

”İblis, mümini baştan çıkarmak için her gün üç yüz altmış asker görevlendirir. Mümin, Allah’a sığınınca Allah onun kalbine üç yüz altmış kez bakar ve her bakışı ile İblis’in askerlerinden biri ölür.”

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadis Sohbetleri

İstiaze ne demektir?

0

”Maazallah”, Allah’a sığınıyorum, O’nun koruması altına giriyorum” demektir. Kul, böyle diyerek şeytanın şerrinden, vesvesesinden korunmak için Allah’tan korunma talebinde bulunmuş olur. Kuran’a sığınmak ise onunla şifa bulmayı istemektir.

Şöyle denilmiştir:

İstiaze, Allah’a sığınmak demektir. Allah, Meryem’in annesi Hanne’nin ağzından şöyle buyurmuştur: ”Rahmetinden kovulan şeytana karşı onu da, soyunu da sana emanet ediyorum, Sen onları şeytanın şerrinden muhafaza buyur.” (Ali İmran 36)

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadis Sohbetleri – Sayfa 20

Allah (c.c) onların putlara bakışını şöyle ifade etmiştir: ”Biz bunlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz,” (Zümer 3) derler. Onlar putlar hakkında şöyle diyorlardı:

0

Allah (c.c) onların putlara bakışını şöyle ifade etmiştir:

”Biz bunlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz,” (Zümer 3) derler.

Onlar putlar hakkında şöyle diyorlardı:

”Putlar, tertemiz birer varlıktır ve hiçbir günahları yoktur. Bu sebeble krallara veya meleklere kulluk edilmektense bunlara kulluk edilmesi daha yeğdir; çünkü bunların (yani kralların) günahları ve ruhları vardır.”

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadis Sohbetleri – Sayfa 3

Davud peygamber’in duası

0

Davud peygamber şöyle dua ederdi:

”Allah’ım, senden seni sevmeyi, seni seven kişiyi sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allah’ım senin sevgini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli eyle.”

Tirmizi 72

Cengizhan’ın Otrar olayından sonraki konuşması – Osman Turan, İbn-i Bibi’yi kaynak göstererek, Giyaseddin Keyhüsrev, Kösedağ Savaşı öncesi

0

Osman Turan, İbn-i Bibi’yi kaynak göstererek, Giyaseddin Keyhüsrev, Kösedağ Savaşı öncesi ” Allah onlarla olsa dahi Moğolları mağlup ederim” sözlerine karşılık, Otrar olayı sonrası Cengiz Han’ın atından inerek “Eğer sultan Muhammed(Celaleddin) askerlerine itimad ediyorsa, benim de itimadim Tanrı’yadır.” dediğini hatırlatmaktadır.

Osman Turan – Selçuklular zamanında Türkiye syf. 430-435

Ertuğrul Gazi’nin Osman Gazi’ye Şeyh Edebali hakkında söylediği söz

0

Ertuğrul Bey her işini onunla istişare ederdi. Oğullarının terbiyesini de ona ısmarlamıştı. Oğlu Osman’a: ‘Oğul beni üz, aman şeyh Edebali’yi, üzme onu kırma ! ‘ derdi.

Hz Muhammed (s.a.v) – Yüce Allah’ın öfkelendiği kul

0

Hz Peygamber şöyle buyurmuştur:

”Allah, kendisinden istemeyen kuluna öfkelenir”

Abdulkadir Geylani Hz. – Lanet olasıca iblis, ömrü boyunca eşi benzeri görülmedik üç çığlık atmıştır. Bu olaylar şunlardır:

0

Denilmiştir ki:

”Lanet olasıca şeytan, ömrü boyunca eşi benzeri görülmedik üç çığlık atmıştır. Allah’ın lanetine uğrayıp huzur-i ilahiden kovulduğunda; Hz Peygamber doğduğunda ve Fatiha Suresi indirildiğinde. Bu üçüncüsünde çığlık atması, besmele bu surede yer aldığı içindir.”

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadis Sohbetleri

Besmele’nin faziletine dair

0

Cabir b. Abdullah’ın şöyle dediği nakledilmiştir:

”Bismillahirrahmanirrahim” indirilince bulutlar doğuya kaçmış, rüzgar dinmiş, deniz kabarmış, hayvanlar kulaklarını dikmişler, şeytanlar gökyüzünden kovulmuşlar ve Allah ”İzzetim hakkı için, herhangi bir işe başlanırken benim adım anılırsa anan kişiyi Ben’den başka kimseye muhtaç etmeyeceğim. Adımın anıldığı her işi bereketli kılacağım” diye yemin etmiştir. Bismillahirrahmanirrahim’i okuyan herkes ( er ya da geç) cennete girecektir.”

Abdullah b Mesud’un şöyle dediği nakledilmiştir:

”Cehennemdeki on dokuz zebaniden kurtulmak isteyen kişi ”Bismillahirrahmanirrahim” desin Çünkü besmele, on dokuz harften oluşmakta olup onun her harfini Allah o zebanilerden birine kalkan yapar.”

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 49

Hz Ali’nin ism-i azam duası hakkında sözü

0

”İsm-i azam, kendisi anılarak dua edildiğinde Allah’ın kesinlikle kabul buyurduğu ve bir şey istendiğinde mutlaka verdiği isimdir. Bu isim ‘Ya ze’l-celali ve’l-ikram’dır.” 

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadis Sohbetleri

Kalbe altı çeşit düşünce gelir:

0

1- Nefs kaynaklı düşünce

2- Şeytan kaynaklı düşünce

3- Ruh kaynaklı düşünce

4- Melek kaynaklı düşünce

5- Akıl kaynaklı düşünce

6- Yakin kaynaklı düşünce

Nefs kaynaklı düşünce, nefsin arzularını yerine getirmeye; ister mubah, ister günah olsun onun her türlü isteğine uymaya teşvik eder.

Şeytan kaynaklı düşünce, inkar etmeyi, Allah’a ortak koşmayı, şikayet etmeyi Allah’ı vaadlerinde töhmet altında bırakmayı içerir. Ayrıca günah işlemeye, tövbeyi geciktirmeye ve insanları dünyada ve ahirette helake sevk eden her türlü şeye teşvik eder.

Bunların her ikisi de kötü olup olumlu hiçbir yanları yoktur ve bütün müminleri kapsar.

Ruh ve melek kaynaklı düşünceler, hakikati ve Allah’a itaat etmeyi sağlayan, dünyada ve ahirette kurtuluşa vesile olan ve sağlıklı bilgi ile örtüşen şeylere yönlendirir. Bu ikisi övgüye değer olup belirli evsafı haiz kişiler için geçerlidir.

Akıl kaynaklı düşünce, bazen nefs ve şeytan kaynaklı düşünce gibi tasvip edilmeyen şeyleri; bazen de ruh ve melek kaynklı gibi tasvip edilen şeyleri içerir. Bu, Allah’ın hikmetinin ve işini sapasağlam yapmasının bir gereğidir.

Yakin kaynaklı düşünce ise, imanın özü ve ilmin kaynağı olup Allah’tan gelir. Bu düşünce çok özel kullara (havas); yani yakin ehli, özü sözü bir, şehid ve abdal olan velilere özgü olup özbeöz hakikati içerir.

Abdulkadir Geylani – Kuran ve Hadislerden Öğütler – Sayfa 31

Ebu Hureyre yaşlılık döneminde ”Allah’ım! Zina etmekten ve adam öldürmekten sana sığınıyorum” diye dua ederdi. ”Yahu! yaşını başını almış adamsın. Hala bu günahlara düşerim diye mi endişe ediyorsun? diye sordular.

0

Nakledildiğine göre Ebu Hureyre yaşlılık döneminde ”Allah’ım! Zina etmekten ve adam öldürmekten sana sığınıyorum” diye dua ederdi.

”Yahu! yaşını başını almış adamsın. Hala bu günahlara düşerim diye mi endişe ediyorsun? diye sordular.

”Şeytan, henüz hayatım sona ermemişken bunlardan nasıl korkmayayım” dedi.

Kuran ve Hadislerden Öğütler – Abdulkadir Geylani

Şeytanın korktuğu şey

0

İblis’in korkup sakındığı şey, kulun Allah’a sığınmasıdır. Allah’a sığınmak, ariflerin kalplerinde bulunan marifet nurunun aydınlığıdır. Sen şayet ariflerden değilsen, Allah’a O’ ndan korkan kulların sığındığı gibi sığın ki sen de onların derecesine yükselesin. İşte  o zaman kalp nurunun aydınlığı İblis’in direncini kırar, ordularını yener, fitne tohumlarını yeşertmesine imkan vermez ve sende açtığı yaralarının izlerini silip atar. Böylece sen, kardeşlerin ve bağlıların için şeytanın zindanı olursun. (Kuran ve Hadislerden Öğütler – Abdulkadir Geylani)

x